Etiket arşivi: namaz

Namazı Geç Kılanlara………………

namaz vakit

Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılır mı?” Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.

Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, hep… namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, “Yine geciktirdim namazı. dedi kendi kendine.

Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda
etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana.” dedi. Çok seviyordu onu …Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki… hicabından renkten renge girerdi.
O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu.Ne kadar da yorulmuşum.” dedi. Daldı gitti öylece….

Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.

Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. Benim ismimi mi okudunuz?” dedi dudakları titreyerek…..

Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden….” Şükürler olsun dedi, kendi kendine ve devam etti; “Gözlerimi dünyaya açtım,Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah’ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım.” Kirpiklerinden aşağı gözyaşları
dökülürken, Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum.” Diyordu. Ama bir yandan da O’nun için ne yapsam az, Cennet’i kazanmama yetmez.” Diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah’ın rahmetiydi.

Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu. Sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.

Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı. “Olamaaaazzzz” diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. “Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep rabbimi anlattım.” Diyordu.

Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak alevleri göklere yükselen Cehennem’e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?

Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü..“Hizmetlerim… Oruçlarım…. Okuduğum Kur’anlar……Namazım….Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?” diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı.

Resülullah, “Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler.” Buyuruyordu. “Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?” diye düşünüyordu.

“Namazlarım…..Namazlarım….Namazlarım.” diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.

Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu.

Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı.

“Siz de kimsiniz ?” dedi.
İhtiyar gülümsedi: Ben senin namazlarınım.”

Neden bu kadar geç kaldınız ? Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum.”dedi….

İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı;

Sen beni hep son anda yetiştirirdin, …hatırladın mı?

Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kanter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu.

Alıntı

Risale: İslam ve Namaz tıklayınız…
Risale: Namaz ve Esrarı tıklayınız…

Namazda Çuval Tahsil Etmek…

Hikâye olundu. Şeyh Ebûl-Abbâs el-Cevâlikî, hâlinin başlangıcında çuvalcılık yapardı. Bir gün bir müşteriye veresiye bir çuval sattı. Fakat kime sattığını unuttu. Müşteri de malını getirmedi. Namaza kalktı. Namazda satışını düşündü. Namazda aklına geldi. Selâm verince talebesine:

-“Namazda iken çuvalı kime ve hangi şahsa sattığımız aklıma geldi.” Dedi. Talebesi:

-“Ya Ustâdî Sen namaz mı kılıyordun yoksa çuvalı mı tahsil ediyordun?” dedi.

Talebenin bu sözü şeyhe çok tesir etti. Bunun üzerine şeyh, bir çuval giydi. Dükkânı talebeye bıraktı. Dünyayı terketti. Riyazetle meşgul oldu. Bu hâli elde edeceğini elde edinceye kadar yâni manevî makamlara ulaşıncaya kadar devam etti.

İnsanlar, çalışarak yüksek mertebelere çıkarlar. Ey nefsinin esiri! Bu halinle sen nereye vardın? [1]


[1] İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 2/692.

Delinin namazı

Delinin biri camiye girer belli ki namaz kılacak.
Ama oturmaz meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır…
Bir oraya bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..

Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar..
Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.

Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar çıkardığı ses vs. derken tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan..
Nihayet biter namaz bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar..
Herkes kıpırdanmaya adama söylenmeye başlamıştır bile..
İmama kadar ulaşır sesler hafiften tartışmalar..

İmam aynı mahalleden bilir az çok garibin halini şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:

“Oğlum böyle namaz mı olur sırtında odunlarla sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”

Bunu duyan meczub melül-mahzun ama manalı bir bakışla sorar

“Âdetiniz böyle değil mi?”

“Ne âdeti?!” der Hoca..

Cemaat da toplanmış merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..

Der ki meczub bu kez:

“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir ben de şu odunları yüklendim geldim işte neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız tek bana değil!

Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der..

“Evet” der meczub “Hepinizin sırtı yüklü!”..

Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasınabıyık altından gülüşmeler başlamıştır..

Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek saf bir çocukça heyecanla bağırır:

“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk bunda kocaman bir elma ağacı vardı..

Bunda kırık bir kapı bunda bir tencere yemek bunda kızarmış tavuk şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”

Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;

“ Boş yok boş yok hiç!..diye tekrarlar.

O böyle söyleyince herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!

Aynen doğrudur dedikleri çünkü;
Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda
kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını
biri onaracağı kapıyı
diğeri lokantasında pişireceği yemeği..
Biri açtır aklında yiyeceği tavuk
birinin sırtında sevdiği kadın
diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.

“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der bu kez endişeyle Hoca..

O da der ki:
“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!

Meğerse efendim hocanın ineği hastaymış “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda..

“Harâbât ehlini hor görme sakın defineye mâlik viraneler var.”
Bildirince bildiren yüreği olan görüyor elbet..”

NAMAZLA İLGİLİ HİKAYE – HOCA NAMAZ KILDIRIRKEN HANGİ SUREYİ OKUDU?

Harun Reşid bir Ramazan günü Behlül’e tembih etti:

– Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et.

Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka geldi. Harun Reşid şaşırdı:

– Behlül bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirmemişsin..

– Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu sordum. Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki yalnız bunlarmış.

Kaynak : http://hikaye.ihya.org/kissadanhisseler.php?t2=oku&an=&sn=1561#ihya-1561

Namazı Geç Kılanlara İbretlik Hikaye

Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: ”Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılır mı?” Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan
okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.

Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, hep… namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, “Yine geciktirdim namazı. dedi kendi kendine.

Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda
etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana.” dedi. Çok seviyordu onu …Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki… hicabından renkten renge girerdi.
O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. Ne kadar da yorulmuşum.” dedi. Daldı gitti öylece….

Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.

Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. “Benim ismimi mi okudunuz?” dedi dudakları titreyerek…..

Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden….Şükürler olsun dedi, kendi kendine ve devam etti; ” Gözlerimi dünyaya açtım,Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah’ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım.” Kirpiklerinden aşağı gözyaşları
dökülürken, Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum.” Diyordu. Ama bir yandan da O’nun için ne yapsam az, Cennet’i kazanmama yetmez.” Diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah’ın rahmetiydi.

Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu. Sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi
bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.

Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı. ” Olamaaaazzzz “ diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. “Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep rabbimi anlattım.” Diyordu.

Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak
alevleri göklere yükselen Cehennem’e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?

Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü..”Hizmetlerim… Oruçlarım…. Okuduğum Kur’anlar……Namazım….Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?” diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı.

Resülullah, “Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler.” Buyuruyordu. “Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?” diye düşünüyordu.

” Namazlarım…..Namazlarım….Namazlarım.” diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.

Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu.

Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı.

“Siz de kimsiniz ? dedi.
İhtiyar gülümsedi: ” Ben senin namazlarınım.”

Neden bu kadar geç kaldınız ?Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum.”dedi….

İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı;

Sen beni hep son anda yetiştirirdin, …hatırladın mı?

Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kanter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu.

Kaynak : Sızıntı Dergisi

NAMAZ KILMAYA VAKİT BULAMAYANLARA

Namaz kılmaya vakit bulamayanlara… Namaza ayıracak zamanım yok diyenlere… Kısacası namazla arası açık olan mü’minlere ders ve ibret dolu bir hikaye… Ve yine namazla ilgili birkaç hikmetli söz…

Hikaye şöyle:

Sabah ezanı okunuyordu… Namazına yetişmek için vakur adımlarla camiye doğru ilerlerken aniden karşıma bir yiğit çıktı.

– Nereye ihtiyar?

– Namaza evladım. İstersen sende gel birlikte kılarız.

– Benim namaza ayıracak zamanım yok.

– Öyle deme evladım namaz insan için en büyük ihtiyaçtır.

– Bana bak ihtiyar benim namaza ihtiyacım yok… Gücüm ve sağlığım yerinde şimdi beni fazla kızdırmadan gitsen iyi olur, dedi

Ben de yoluma devam ettim… O günden sonra o yiğide hiç rastlamadım… Ta ki onu caminin önünde görene kadar.

– Hani gelmem diyordun.

– Sorma başıma gelenleri… O gün sen gittikten sonra gece rüyamda ellerim ve ayaklarım bağlanmış bir kuyuya atılacaktım ki, nur yüzlü bir amca beni kurtardı… Sen kimsin dediğimde, ‘Senin kılmaya zamanın olmadığı namazınım’, dedi. ve ne kadar haya ettiğimi/utandığımı/mahçup olduğumu o an anladım…