Öne Çıkarılmış Yazı

PEYGAMBERİMİZ(S.A.V) VE SÜNNET-İ SENİYYE

Mahlukatın en şereflisi olan insanoğlunun yaratılış gayesi; Allah’ ü Zül celali tanıyıp, ona kulluk etmektir. Rabbimiz kullarına olan engin merhametinden, onları yarattıktan sonra başı boş bırakmamış kendilerini Hakka davet eden Peygamberler gönderip onlara uymayı da bize emretmiştir.

 Peygamberlerin Hatemi (sonuncusu) olan Efendimiz(S.A.V) de, bizler için hükmü kıyamete kadar baki olan en son ve mükemmel dini ve hayat nizamını getirip tebliğ etmiştir. Ne mutlu bizlere ki Rabbimiz bizleri, O Rasül-ü Kibriya’ya Ümmet kılmıştır. Bu çok büyük bir nimet ve saadettir. Bizlere düşen, O’nun kıymetini bilerek layık olmaya çalışmaktır. Kıymeti bilinmeyen nimetin elden gitmesi mümkün olduğu gibi hesabını vermekte çok zordur.

 Rabbimiz bir Ayet-i Kerimesinde şöyle buyuruyor:

“Habib’im sen; o benim kullarıma deki: Eğer siz Allah-ı seviyorsanız, (ki Allah-ı sevdiğinizi söylüyorsanız, Allah-ı sevmeyi istiyorsanız) bana tabi olun ki: Allah da sizi sevsin, günahlarınızı mağfiret etsin. Cenabı Allah ziyadesi ile mağfiret edici ve merhamet edicidir”. Al-i İmran Suresi, 31

 Bu Ayet-i Kerimede Rabbimiz ehli iman ve ehli itaat olan kullarına şöyle hitap etmektedir. Ey bana inanan, bana itaat eden, beni sevmek isteyen kullarım, sizler kalbinizde ilaha aşkın muhabbetin kaynamasını ve Allah’ın da sizleri sevmesini istiyorsanız, o halde yapacağınız şey açıktır, benim Habibime tabi olmaktır.

 Bu tebaıyyet, bağlılık ne kadar ileri derecede olursa Allah’ın o kişiye sevgisi ve muhabbeti de o kadar ileri derecede olacaktır. Bu durumda her halimizde, yaşantımızda, işimizde, gücümüzde, ibadetimizde ve İctima-i hayatımızda dikkat edeceğimiz en mühim husus Şer-i Şerife ve Sünnet-i Seniyyeye uygunluktur.

 İmamı Rabbani Hz.nin buyurduğu gibi; “Mahbub-u Rabbul alemin olan Rasulullah’a tabi olmakla insan mahbubiyet(yani Allah’ın sevdiği kul olma) mertebesine ulaşır, muhabbet rütbesine nail olur. Akıllı insan zahiren ve batınen tam gücü ile Hayrül Beşer(S.A.V)’e tabi olmaya gayret etmelidir. Vuslat yolu budur”. Mektubat C.1 41.Mektup

Hal böyle olunca hepimiz için yaşantımızın her safhasında, bütün işlerimizde, programlarımızda, günlük yaşantımızda, içtimai münasebetlerimizde, aile içinde ve dışındaki işlerimizde, giyim kuşamlarımızda, hulasa maddi ve manevi her şeyimizde Efendimiz(S.A.V)’in Sünnet-i Seniyyesine sımsıkı bağlanmak mecburiyetindeyiz. Zaman zaman şartlar başka türlü zorlasa da, insanlar farklı şeyler söyleseler de bizim için Şer-i Şerife ve Sünneti Seniyyeye tabi olmaktan daha büyük ve daha mühim bir hedef olmamalıdır. Bu ne kadar zor olursa ecir ve sevabı da o kadar çok olacaktır. Çünkü Efendimizin de buyurduğu gibi:

 “Kim ki Ümmetimin fesada uğradığı(bozulduğu) bir devirde benim sünnetime(yoluma) sımsıkı sarılırsa; o kişi için yüz şehit sevabı vardır”.

 İslam’ın yüce prensiplerine bağlanarak cemiyetimizin terakki ettiği parlak devirlerden bir misal:

Osmanlı sultanı Kanuni, bir Macaristan seferi ordusu ile giderken, askerler güzergah üzerindeki bir bağın bazı bölümlerini yanlışlıkla ezerler. Ordu konakladığından bağı ezilen yaşlı kadın Sultanın huzuruna çıkar ve bağının ezilen yerlerinin ödenmesini ister. Kanuni, onu denemek için “Nine kimi kime, şikayet ediyorsun, benim askerimi bana mı şikayet ediyorsun, beni kime şikayet edersin” deyince o kadın gayet emin bir şekilde “Sultanım eğer zararım ödenmezse seni de Şeriata(dinin hükümlerine) ve onun sahibine şikayet ederim” der. Bu cevap karşısında Kanuni Sultan Süleyman çok hislenir ağlar ve o kadından özür diler, zararını da devlet bütçesinden değil, kendi cebinden fazlası ile öder.

İşte böyle İslam’ın ihtişamlı zamanlarında hem fert olarak hem de cemiyet olarak yüce Dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmek elbette çok daha kolaydı. Ancak insanların dinden uzaklaştığı, haramların Allah’a isyanın revaçta olduğu günümüz şartlarında ise dinin emirlerine sarılıp yasaklarından kaçınmak elbette çok daha zordur. Ancak işte bur zorluk çok büyük zuhuratları, ecir ve mükafatları da beraberinde getirmektedir. Efendimiz (S.A.V)’in, yaşayanlara çok büyük müjdeleri vardır. Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki:

 “Kötülükler insanlara galip geldiği zamanda bilhassa nefsini düşünerek uzlet et(kötülüklerden sakın) ve doğru yoldan ayrılan insanların halini terk et. Zira ileride muhakkak gelecek olan sabır günlerinde, sabreden kimse elinde ateş tutar gibi meşakkat duyar, o zaman salih amel işleyenler, sair zamanlarda salih amel işleyen elli kişinin ecrine nail olur”.

 Eshab-ı Kiram “Ya Rasulullah o elli kişi bizlerden mi onlardan mıdır?” dediler.

Efendimiz(S.A.V) “Sizlerden elli kişinin” buyurdu. İmam-ı Masum, Mektubat C.1 M.29

 Eshab-ı Kiramdan ellisinin sevabına nail olmak sıradan bir hadise değildir. O Eshab-ı Kiram ki Kur’an-ı Kerimde bizzat övülmüş, kıyamete kadar gelecek Müslümanların en büyükleri olma şerefine nail olmuşlar.

 Ama böyle zor günlerde Sünnet-i Seniyye’ye bağlanabilen müminlere çok büyük ve hususi bir iltimas vardır. Efendimiz(S.A.V) başka bir Hadis-i Şeriflerinde ise:

 “Sizi iki şarhoşluk(gaflet) kaplamıştır : Dünya hayatı ile geçim sevgisi(gafleti) ve cehalete sebep olan şeyleri sevmek gafleti. Bu takdirde sizler iyiliği emredemez ve fenalıktan alıkoyamazsınız.(İşte böyle bir zamanda, böyle bir durumda iken) Kur’an ve Sünnete bağlanarak, emirleri yerine getiren Şer-i Şerif istikametinde devam ederek dinlerini ayakta tutanlar, Muhacir ve Ensar’dan ilk Hak , Muhacir ve Ensar’dan ilk Hak Yolunda yarışanlar, önde olanlar gibidir”. Ramuz el Ehadis Sh.101

 Şah-ı Nakşibend(K.S.) Hz.leri :

 “Yolumuz ender bulunan yollardandır. Rasülullah(S.A.V)’in sünnetlerine tutunmaktan başka bir şey değildir. Eshab-ı Kiramın takip ettiği yolu izlemekten başka gaye yoktur.”

 “Efendimizin sünnetine sarılmak en büyük ibadettir”. Altun Silsile Sh.216

 O halde yukarıdaki izahtan da anlaşılacağı gibi sevgili Peygamberimizin sünnetine sarılmaktan maksat, sadece ibadetlerde farz ve vacipten sonra gelen ve yapıldığında sevap olup; terkinde günah olmayan sünnetleri eda etmek değildir. Burada Sünnet-i Seniyye ifadesi ile kastettiğimiz şey: “Dinde takip edilen yol” demektir. Sünnet, Efendimiz(S.A.V)’in getirip tebliğ buyurduğu ve hayatı boyunca yaşadığı, bizlere talim ve tavsiye buyurduğu hayat nizamı ve başkaları yaptığında hoş gördüğü şeylerdir. İtikat, amel ahlak olarak ona tabi olmaktır.

 Nitekim Sevgili Peygamberimiz(S.A.V) Hadis-i Şeriflerinde;

 “Sizden biriniz kendi heva ve heveslerini, arzularını benim getirdiği Sünnetime tabi kılmadıkça iman etmiş sayılmaz” buyurmaktadır. Siratul İslam Şerhi Sh.101

Sünnetleri yerine getirmek Peygamberimiz(S.A.V)’in şefaatine sebep olur. O’nun şefaati olmadan hangimizin ameli kendisini kurtarabilir. Bizlerin yaptığı eksik noksan ibadetlerin kabulü bile o büyük şefaatçinin sayesinde olacaktır.

Sünnet Kur’an-ı Kerimden sonra dinimizin ikinci kaynağıdır. Sünnetin Kur’an-ı Kerimden sonra ikinci delil olduğu Kur’an-ı Kerimin ayetleriyle sabittir.

“Peygamber(A.S) size neyi verdiyse onu alın. Size neyi yasaklarsa ondan uzak durun”. Haşr Suresi Ayet 7

“Kim Peygamber(A.S)’e itaat ederse; muhakkak Allah’a itaat etmiştir”. Nisa Suresi Ayet 80

 “O, kendiliğinden konuşmamaktadır. O’nun konuşması ancak indirilen bir vahiydir”. Necm Suresi 3-4

Kur’an-ı Kerim her şeyi bütün teferruatıyla anlatmamış; onun tebliğini ve izahını Rasulullah Efendimiz(S.A.V)’e bırakmıştır. Kur’an-ı Kerimde bildirilen bazı emirlerin ifasını ise bizlere Efendimiz(S.A.V)’in sünnetleri öğretmiştir. Mesela Kur’an-ı Kerimin yaklaşık 80 yerinde namaz emredilmiş; ancak bunun nasıl kılınacağını bütün teferruatı ile Peygamberimiz(S.A.V) öğretmiştir. Zekatın eda ediliş şekli, yine sünnetle bilinmiştir.

Sünneti dışlayıp sadece Kur’an-ı Kerimle, onun da bazı ayetleriyle İslam’ı anlatmaya çalışıp, adına da yüce kitabımızın ismini kullanıp “Kur’an Müslümanlığı” diyerek insanları ifsat etmek, sapıtmak, yüce dinimiz İslamiyet’i köklerinden, temellerinden yıkma ve budama gayretinin, bu husustaki sinsi planların bir neticesidir.

*********************************************************************

 H. Ş. “Allah’ım! Senden yardım diler, senden hidayet ister, sana istiğfar eder, sana tevbe eder, sana iman eder, sana tevekkül eder ve seni her türlü hayırla överiz. Sana Şükrederiz, nankörlük etmeyiz. Ve sana isyan edeni terk eder ondan uzaklaşırız.”

H.Ş. “Allah’ım! İşlediğim kusurların şerrinden sana sığınırım, bana ihsan ettiğin nimetini sana itiraf ederim, günahımı da itiraf ederim. Beni bağışla, çünkü senden başka hiç kimse günah bağışlayamaz.”

SALAT-Ü SELAM HER TÜRLÜ İHTİRAM EFENDİMİZ (S.A.V) ÜZERİNE OLSUN

AMİN

Ümmeti Muhammedin Fazileti

İslam’ın Kubbesi

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim ve onun hükümleri 23 senede inzal oldu.

İlk 13 sene Mekke-i Mükerreme döneminde,iman ve beş vakit namaz farz kılındı. Medine-i Münevvereye hicretten sonra ise bütün dini hükümler, emirler yasaklar, muameleler ile alakalı hükümler tedvin oldu.

Hicretin 9. Senesinde de Hacc emri ve bununla  ilgili hükümler geldi.

Fahri Kainat (sav) efendimiz;”Hac İslam’ın Kubbesidir.” buyurarak İslam binasının tamamlandığını işaret buyurmuşlardı.

Tıpkı bunun gibi Hac farizasını layığı ile eda etmeye muvaffak olan, oradaki manevi güzellikleri tam manasıyla yaşayan kimselerde İslam nimetinin kemale ermesine bu hadisi şerifte işaret vardır.

Resulullah efendimiz(sav) o sene Hz. Ebu Bekir efendimizi Hac emiri olarak gönderdiler, ertesi sene ise kendisinin ilk ve son haccı olan veda haccını yaptılar. Arafat’ta o meşhur veda hutbesini irad buyurdular.

Ve kendisine “Bu gün sizin dininizi ikmal ettim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak İslam’dan razı oldum” mealindeki Maide suresinin üçüncü ayeti nazil oldu.

Artık kıyamete kadar geçerli olacak olan o yüce din; hac ibadeti ile tamamlanmıştı.

Al-i İmran suresinin 96. ve 97.Ayet-i kerimelerinde Yüce Mevla’mız şöyle buyurmaktadır:

“Muhakkak ki, insanların ibâdeti için kurulan ilk mâbed, Mekke’deki o çok mübârek ve insanların kıblesi olup âlemlere doğru yolu gösteren Kâbe’dir.  Onda, Allah katındaki şeref ve hürmetini gösteren apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Kim O Kabe’ye girerse emniyette olur. (O halde) Yoluna gücü yeten kimsenin Beytullahı haccetmesi Allahın kulları üzerinde bir hakkıdır. Her kim bu hakkı tanımaz ve haccı inkâr ederse, doğrusu Hz. Allah bütün âlemlerden müstağnîdir, kimsenin ibâdetine ihtiyacı yoktur.”

(Bu Ayet-i kerimenin tefsirinden öğreniyoruz ki; Allahü Teala Hz. Adem (as.) ı yer yüzüne indirirken; ”Ey Adem ben seninle birlikte Arşımın etrafında olduğu gibi,etrafında tavaf edilecek;Arşımın yanında namaz kılındığı gibi yanında namaz kılınacak bir Beyt-i Şerifi de indiriyorum.” buyurdu.)

Bu bakımdan haccın Farz olmasının sebebi Allah-u zül celalin kendi zatı Şeriflerine tahsis edip “evim” diyerek şerefli kıldığı, Nuru ile tecelli buyurduğu Ka’be-i Muazzama’nın yer yüzünde varlığıdır.

Kâbe-i Muazzama bir adet olduğu için de Hac bir defa farzdır.

Kâbe-i Muazzama’ nın bereketi ile onun civarında bulunan Safa ve Merve tepelerini de Cenab-ı Hak, İslam’ın Şiarından, Dinin alametlerinden saymıştır. Onun çevresi belli bir yere kadar Yüce Allahın haremi sayılmış, çevresindeki bütün canlılar o kutsiyetten nasiplenmiştir.

Bunu maddi ölçülerle anlamamız mümkün değildir. Zaten Cenabı Hak Orada nefsin hoşuna gidecek bir maddi özellik yaratmamıştır. Ancak inanan insanlar, İman, İhlas ve gayretleri ölçüsünde oranın feyzinden, nurundan nasiplenirler. Orada maddiyattan, dünyevilik’ ten, nefsaniyetten sıyrılıp, manevi güzellikleri yaşamaya çalışırlar. Orada hepimiz için nasip vardır.

İmkân bulanlar hacca; gidemeyenler ise Umreye giderek İslam’ın ve İmanın zenginliğini iliklerine kadar hissetmeye çalışırlar.

Hiç imkân bulamayanlar da niyet ve gayretleri nisbetinde derece kazanırlar. Hadisi Şerifte şöyle müjdelenir.

Hiç şüphe yok ki, şu Beyt (-i şerif), İslam’ın direk (mesabesindeki rükün) lerinden biridir. Kim hac ve umre yaparsa, kefaletini Allah’ın üzerine havale etmiş demektir. Eğer (bu yolculukta) vefat ederse Allah onu cennete koyar, şayet ehlinin yanına (evine) döndürürse de ecir ve ganimetle gönderir. (Terğib ve Terhib C.2.S.178)

Cenab-ı Hakkın bütün emir ve yasaklarında olduğu gibi, hem mali hem de bedeni bir ibadet olan Haccın da bizlere kazandırdığı farklı güzellikler ruhi olgunluklar, sevap ve dereceler vardır.

Hac ibadeti, Mal nimeti ve beden sağlığının şükrüdür.

Mevla’mızın emri ile dünyanın her yanından; Maddi özellikleri, renkleri, dilleri, statüleri, dünyalık  geçici makam ve rütbeleri farklı; ama inançları bir olan Müslümanları Beytullah etrafında, tek vücut olarak tavaf ettirir; kardeşçe, tevazu ile birbiri ile kenetler.

Aynı zamanda kefen misali ihramlara büründürüp, Hz. Allah’ın huzurunda toplanacağımız mahşeri hatırlatır.

Nefsin gurur ve kibrini yere sererek kulluk zevkine erdirir.

Kâbe-i Muazzama ya baktıkça ruhlarımız ferahlar. Hacer-i Es‘ad’ı selamladıkça ezelde verdiğimiz ahid ve mîsâkı hatırlatıp imanı tazeler.

İslâm’ın doğup yayıldığı yerleri görüp,Peygamber Efendimiz (s.a.v.)ve Ashâb’ının İslâm için bin bir güçlük ve meşakkat içinde verdiği mücadeleyi hatırlatır.

Özetle,her bir karesi farklı bir manevi değer olan o mübarek makamları ziyaret ettikçe kalpte imanın derinliği artar.Onun için Hac Ömrün harmanıdır,denmiştir.

Hac ibadeti, bu güzellikleri yanında, çok yönlü sabır ve gayret gerektirir.

Bakara suresinin 97.ayeti kerimesinde Yüce Mevla’mız şöyle buyuruyor:

“Hac, bilinen aylardadır.Her kim o aylarda Hacca başlayıp kendisine farz eder (İhrama girerse); artık hacda (İhramlı iken) cinsi yakınlık, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz, Hz.Allah onu bilir. (Hacdaki ibadetlere de dikkat ederek) Kendinize (ahiret için bol bol) azık hazırlayın. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı takvadır,

(Allah korkusuyla günahlardan sakınmaktır.)

Ey akıl sahipleri! Haramlardan ve kötülüklerden sakının, bana sığının.”

Bu ayeti kerimeler, Hacda ve özellikle ihramlı iken dikkat edilmesi gereken hususları ihtar ediyor.

Hacca gidenler, bunlara dikkatleri ve gayretleri nisbetinde çok şeyler kazanırlar, döndükten sonra da oranın manevi şevkini unutamazlar.

(Her namaza duruşlarında Kabe-i Muazzama’yı karşılarında görmek isterler.)

(Orada kazandıklarını muhafaza için, ibadetlerinde daha gayretli olurlar.)

 (Gitmeyenler de sürekli o mübarek makamlara hayırlı bir yol bulup gitmenin maddi ve manevi sebeplerine sarılırlar.)

(Ehli İman, hayat boyu oraya derin bir muhabbet ve hürmet besler)

Sevgili peygamber efendimiz(sav) buyuruyorlar ki;

”Hacc eden kimseler Hz. Allahın yeryüzünden kulları arasından seçtiği elçileridir. Hz.Allah onları davet etti onlar da emr-i ilahiye icabet ettiler.

 Onlar Allahü teala’dan isteyince Allahü teala da isteklerini verir.”(Terğib c.2 s.180)

”Hangi mümin Hac yapmak için yola çıkarsa attığı adımların her birine karşılık bir sevap verilir ve derecesi yükselir. Arafatta vakfe yaparsa Aziz ve Celil olan Allah meleklerine hitaben ”Ey meleklerim kullarımı buralara kadar getiren nedir, buyurur. Melekler de: Rızanı ve Cennetini istiyorlar” cevabını verirler. Allahu Teâlâ’da buyurur ki:

Ben zatımı ve bütün yarattıklarımı şahit tutuyorum ki onları bağışladım. Günahları ne kadar çok olursa olsun; zamanın tüm günleri kadar, çölün kumları kadar bile olsa hepsini bağışladım.

Şeytan taşlama adlı cemreleri attığı zaman, Allah-ü Teala ”Yaptıkları ibadetlere karşılık (kendileri için) gözlerini aydın kılacak, nelerin (yaratılıp) gizlendiğini zatımdan başka hiçbir kimse bilemez “buyurur.

 Başını tıraş ettiği zaman yere düşen saçlar adedince kıyamet günü nur verilir.

Veda tavafını yapıp ayrıldığı zaman, anadan doğduğu gündeki gibi, günahsız olarak döner.”

Hadis-i şerifte ise şöyle buyruluyor:

 “Kabul olunmuş bir Haccın karşılığı; ancak Cennettir.”(Et-Terğib ve’t-Terhib c.2.,s.165)

ŞİİR- SECCADEN KUMLARDI – RECEP KAPUSUZ

Kaynak : İlahi Yolu

Senin İşin Daha Zor

Bir hac ibadeti sırasında Harun Reşid ve Behlül yüksekçe bir yere oturup oradan ibadet ve dua eden ve bu arada ağlayıp gözyaşı döken insan selini seyrediyorlardı. Behlül Dana halifeyi uyarmak için yeni bir fırsat yakalamıştı. Dedi ki:

– Ey müslümanların halifesi, bütün bu ağlayıp sızlayan insanlar kendi nefislerinin günahlarının hesabını verip veremeyeceklerini bilmedikleri için ağlaşıyorlar. Halbuki sen kendi nefsinin hesabı yanında bütün bu insanların da hesabını vereceksin.

Kaynak:https://kitap.ihya.org/kissadan-hisseler/konu-1562.htm

MUHABBETİN HAKİKATİ

Allâhü Teâlâ ve Resûlünü (s.a.v.) sevmek, her mümin üzerine farz-ı ayındır. Nitekim Bakara Sûresi’nin 165. âyet-i celîlesinde -meâlen-: “Müminlerin ise Allâhü Teâlâ’ya muhabbetleri, her şeyden daha ziyâdedir.” buyurulmuştur.

Muhabbet; insanın hoşuna gittiği için bir şeye meyletmesidir. Bir kulun, Rabb’ine karşı hakîkî muhabbeti ise ancak kalbini, nefsinin arzularından kurtardıktan sonra hâsıl olabilir. Allah sevgisi kalpte kararlaştığı zaman, başka şeyin sevgisi oradan çıkar.

Yahyâ bin Muâz (rah.) demiştir ki: “Allâh’ın yasakladığı şeylerden sakınmadığın hâlde onun sevgisinden nasıl söz ediyorsun? Bir kimse nefsânî arzulardan sakınmadığı hâlde, muhabbet iddiâsında bulunursa muhakkak o, yalancıdır. Malını Allah yolunda infâk etmeksizin Cennet’i istediğini iddia eden kimse yalancıdır.”

Râbiatü’l-Adeviyye (rah.) dedi ki: “Sen, Allah’ı sevdiğini söylediğin hâlde ona âsî oluyorsun. Eğer sen sevginde sâdık olsaydın, ona itaat ederdin. Zira kişi, sevdiği kimseye itaatkârdır.”

Sehl bin Abdullah Tüsterî (rah.) demiştir ki: “Her gün mutlaka, Allâhü Teâlâ şöyle nidâ buyurur:

“Ey kulum! Ben, seni kendime çağırıyorum, sen ise başkasına gidiyorsun. Ben, senden musibetleri defediyorum, sen ise günahlara devam ediyorsun. Ey âdemoğlu! Yarın huzuruma geldiğin zaman ne diyeceksin?”

Bir hadîs-i kudsî’de Allâhü Teâlâ buyurur ki:

“Ey kulum! Bütün varlıkları, sana hizmet etsin diye, seni de bana hizmet et diye yarattım. Ama sen, sana hizmet etmesi için yarattığım şeylerle meşgul olup beni terk ettin. Sen, nimet vereni bırakıp nimetle, ihsân edeni bırakıp ihsân olunanla meşgul olursan; o nimetin şükrünü edâ etmemiş, ihsan edilen şeyin kıymetini gözetmemiş olursun. Çünkü seni, benden meşgul eden her nimet, hakikatte nıkmettir (azâptır); seni, benden alıkoyan her ihsan da bir musibettir.”

Kaynak : Fazilet Takvimi

MALLARI ÂHİRETE GÖNDERMEK

Molla Nureddin Hamza bin Atâullâh, halk arasında “Üçbaş” diye bilinen meşhur âlimlerden bir zâttır. Manisa, İznik, İstanbul Ebû Eyyûb el-Ensârî ve Edirne Üç Şerefeli medreselerinde müderrislik yapmıştır. 1534 senesinde vefat etti. Kabri, Fatih, Karagümrük’te yaptırmış olduğu külliyenin yanındadır.

Molla merhum, elinin sıkılığı ve mal toplamaktaki hırsı ile bilinirdi. Bir dirhem harcasa pek üzülür, bir dinar ardından ayrılık ateşi çekerdi. Kendisi de eski elbiseler giyerdi. Böyle yaparak hadsiz hesapsız dirhem ve dinar biriktirip nice mal topladı. Daha sonra bu para ve mallarla âhiret saadetinin en faydalı vesilelerinden olan sadaka-i câriye olarak evinin yakınında bir mescit ve yanına bir de medrese inşâ ettirdi. Medresedeki fakir hoca ve talebelerin geçimleri için birçok gayrimenkuller ve okumaları için de birçok kitaplar vakfetti.

Sultan Süleyman Han’ın veziriazamı İbrahim Paşa, bir gün Molla ile sohbet ederken dedi ki: “Sizin, altın ve gümüşe bu kadar meyliniz ve sevginiz varken sizden umulmayacak bir surette bu kadar büyük meblağları nasıl çıkarıp da hayrât ve hasenâta sarf ettiniz?”

Üçbaş Molla ona şöyle cevap verdi: “Doğrudur. Benim, altın ve gümüşe aşırı düşkünlüğüm vardır. Hattâ bu sevgimden dolayı onları dünyada bırakmayıp âhirette de benimle beraber olsunlar diye hayır ve hasenâta harcayarak âhirete göndermek istedim.”

IŞIĞI ÖNÜNE AL… tıklayınız

İsa Peygamber İle Siyah Yılan

İsa Pеygambеr bir gün köyе uğrar. Köydе bir еlbisе boyacısı vardır ki bütün köylülеr kеndisindеn şikayеtçidirlеr. Çünkü boyacı еlbisеlеri boyamak için bir yandan sularını kеsmеktе, bir yandan da boyalarla suyu kirlеtmеktеdir.

    Köylülеr toplanarak hеp birdеn boyacıyı İsa Pеygambеr’е şikayеt еdеrlеr vе “Ey İsa!…” dеrlеr. “Bu adama öylе bir bеddua еdin ki gidişi olsun, fakat bir daha dönüşü olmasın.” Bunun üzеrinе İsa Pеygambеr dе şöylе dua еdеr:

    “Allah’ım!.. O adama öylе siyah bir yılan musallat еt ki, onu sokup öldürsün. Bir daha da gеlmеk nasip olmasın.”

    Boyacı hеr zamanki gibi yinе yanına üç еkmеk alarak suyun kеnarına gidеr vе еlbisеlеri boyamaya koyulur. Tam bu sırada yanında bir abid (kеndisini Allah’a ibadеtе adayan bir kimsе) bеlirivеrir. Abid oradaki dağlardan birindе ibadеtlе mеşgul olmaktadır. Boyacıya sеlam vеrеrеk ona, “yanında yiyеcеk içеcеk bir şеyin var mı? Şu kadar zamandır ağzıma bir lokma еkmеk bilе atmadım. Kеndisini görsеm vеya koklasam yinе bana yеtеcеk” diyе çok aç olduğunu bildirir.

    Boyacı hеmеn еlini çantasına atar vе bir еkmеk çıkararak abidе uzatır. Abid halindеn mеmnun, “Ey boyacı!…” dеr. Allah (c.c.) sеnin günahlarını affеtsin, kalbini arıtsın.”

    Boyacı ikinci еkmеği dе uzatınca abid, “Ey boyacı, Allah gеçmiş vе gеlеcеk günahlarını affеtsin” dеr. Bu dеfa da son еkmеğini uzatınca “Ey boyacı, Allah (cc) sana Cеnnеttе bir köşk nasip еtsin” diyе hayır duada bulunur.

   Akşam olunca boyacı köyе dönеr. Köylülеr şaşkın şaşkın kеndisini süzmеktе vе nеdеn ölmеdiğinе hiçbir mana vеrеmеmеktеdirlеr. Kеsin olarak inanmaktadırlar ki, Allah yolunun tеmsilcisi olan bir Pеygambеrin bеdduası muhakkak ki yеrini bulmalıdır. İştе bu düşüncеlеr altında köylülеr toplanarak hеp birdеn yinе İsa Pеygambеr’in huzuruna varırlar. Durumu kеndisinе bildirincе O da “Çağırın onu bana” dеr. Çağırırlar, boyacı da gеlir, İsa Pеygambеr kеndisinе şunu sorar: “Ey boyacı, anlat bakalım bugün nе iyilik yaptın?”

   Boyacı, su başında bir abidе rastladığını, ona еkmеklеrini vеrdiğini, hеr bir еkmеk vеrişindе dе ayrı ayrı duasını aldığını bir bir ortaya dökеr. Durumu anlayan İsa Pеygambеr bu dеfa çantasını gеtirip açmasını söylеr. Adam da çantasını gеtirеrеk açar. Bir dе bakarlar ki çantanın içindе simsiyap bir yılan çörеklеnmiş yatıyor. Hеrkеs hayrеttеn dona kalır.

   İsa Pеygambеr yılana yaklaşarak “Ey siyah yılan!…” dеr. “Anlat bakalım, nеdеn bu adamı sokup öldürmеdin?” Yılan dеrin bir mahcubiyеt içindе şöylе cеvap vеrir:

   “Ey Allah’ın Pеygambеri!… (Emrinizi yеrinе gеtirеmеmеmin dеrin üzüntüsü içindеyim) fakat dağdan birisi indi, еkmеk istеdi, boyacı da bütün еkmеklеrini vеrеrеk onun karnını doyurdu. Karnı doyan adam boyacıya ard arda üç hayır duada bulundu ki sormayın.

   Bir mеlеk ayakta durarak dеvamlı “amin (kabul еt ya Rabbi!…)” diyе yalvarıp yakardı.

   İştе o sırada Allah (c.c.) bir mеlеk göndеrеrеk dеmirdеn bir gеmlе bеnim ağzımı gеmlеtti, bеn dе boyacıyı sokup öldürеmеdim. O yüzdеn bеni bağışlayınız.

   İsa Pеygambеr sonunda boyacıya müjdеyi vеrеrеk şu tavsiyеdе bulunur: “Ey boyacı!… Bundan böylе kеndinе yеni bir iş tut. Şüphеsiz ki Allah (c.c.) sеni bağışladı.”

– Tеnbihül Gafilin –

Kaynak : İlahi pınarı

Ölümü nasıl geciktirildi?

SADAKA ÖMRÜ UZATIR MI?

SADAKA HAKKINDA HADİS-İ ŞERİFLER

Neler sadakadir ?

Sadaka Hakkında Hikaye

Dünyada Yapılan İyiliklerin Dünyadaki Karşılığı Bire Ondur.

Çarşıdan Alınan Bir Nar, Evde Nasıl On Tane Oldu?

 

Çağır Bizi Ya Muhammed – Müziksiz İlahi

Kaynak: ilahi Yolu

GÖLGESİ ÜZERİMİZE DÜŞTÜ.

Ramazan-ı Şerif ayının heyecanını kalplerimizde daha yakın hissetmeye başladık. Maddi ve manevi programlarımızı o mübarek aya göre düzenlemeye başladık.

İslam büyüklerinin beyanına göre Ramazan-ı Şerif senenin harmanıdır.

Onda bir seneye hatta bazen bir ömre yetecek manevi hasılat elde edilir. Onun için dünya ve ahiret saadetini her şeyin üstünde tutan müminler, Ramazan-ı Şerife farklı değer verir, farklı hazırlanırlar.

Receb-i Şerifin ilk gecesinden bu güne kadar geçirdiğimiz mübarek günler, kandil gecelerinin muazzam bereketi, hep bu hazırlıklardandı.

Ramazan-ı Şerifin en önemli hususiyetlerinden biri de Kur’an-ı Kerim ayı olmasıdır. İmamı Rabbani Hz. ”Ramazanı Şerifle Kur’an-ı Kerim arasında tam bir münasebet vardır.” buyuruyor.

Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim, Ramazanı şerifte indirilmeye başlandı.

Zaten Ramazan-ı Şerif de değerini Kuranı kerimden almıştır.

İlk inen ayetler, “Yaratan Rabbinin adı ile Oku.” diye başlayan, Alak suresinin ilk beş ayeti idi. Daha sonra Müddessir suresinin ilk beş ayeti, Kalem ve Müzzemmil sureleri indi.

Her ayet indiğinde Cebrail (as)onun yerini de söylerdi.

Yani Kur’an-ı Kerimin tertibi, ayetlerin sıralaması da tamamen Vahiyledir, Allah’ımızın emri iledir.

Ayrıca her sene Ramazan-ı Şerifte Cebrail (as),o ana kadar inmiş olan ayetleri sırası ile okur, Resulullah Efendimiz(sas) de takip ederdi.

Yani mukabele yapardı. O da hafız olan sahabelerine, vahiy katiplerine okurdu.

Efendimiz (sav)in irtihal edecekleri sene ise bu şekilde iki defa Kuranı kerim hatmedilmiştir. Onun için Ramazan-ı şerifte Kur’an-ı Kerimi hiç değilse bir defa hatmetmek sünnet, bunun mukabele şeklinde olması ise ayrıca sünnettir.

Bu sebeple, günlük meşgalelerin arasında gaflet edip Kuran-ı kerim okumaya vakit ayıramayan; ama kalbinde onun hasretini taşıyan  müminler, Ramazanı şerifin gelmesini fırsat bilerek mukabele veya hatim programları ile bu hasretliği gidermeye çalışırlar. Ramazanı şerifin, orucun ruhlarımızda bıraktığı o güzellik bir de Kur’anla birleşerek bizleri lahuti alemlere, bambaşka manevi güzelliklere götürür.

Hadis-i Şerifte şöyle buyruluyor:

“Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.”  (Sahih-i Müslim)

Diğer bir Hadis-i Şerifte şöyle buyrulur: “Bir cemaat Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın kitabını okur ve aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekinet iner, nur iner, onları rahmet kaplar ve melekler etraflarını kuşatır. Allah (cc) onları kendi nezdindekiler arasında anar.”

Cenab-ı Hakkın bizlere hediyesi ve Sevgili Peygamber Efendimiz (sav.) in emaneti olan Kur’an-ı Kerim’in faziletlerini anlatmak bizim haddimize değildir.

 Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde ifade buyrulduğu üzere, O;

“Allahtan korkanlar için şüphesiz tam bir yol göstericidir.”(Bakara, 2-3)

”Hak ile batılı ayırt eden bir söz ve sımsıkı sarılmamız gereken, Allah’ın sağlam bir ipidir. O’na tutunan doğru yolu bulmuş, O’na hizmet edenler O’nun şefaat ve bereketi ile dünyada ve ahrette daima yükselmiştir.”

 Evlerinizi namaz kılmak ve Kur’an okumakla nurlandırınız. Beyhaki(Hazinetül Esrar Sh.83)

Ya Eba Hureyre! Kur’an-ı öğren ve öğret. Ölüm sana gelinceye kadar buna devam et. Bu halde bulunduğunda ölüm sana gelecek olursa, müminler Beytullah’ı tavaf ettiği gibi, meleklerde senin kabrine haccedeceklerdir. Şerh-i Şatibiyye (Hazinetül Esrar Sh.66)

Kur’an-ı öğrenin ve okuyun! Çünkü Kur’an-ı öğrenip okuyan ve onun hükümleriyle amel edip yaşayanın misali, içi misk dolu bir keseye benzer; kokusu her yana yayılır. Kur’an-ı okuyup onu sadece içinde tutan, ağzı düğümlü misk torbasına benzer. Tirmizi, Nesai, İbn-i Mace(Hazinetül Esrar Sh.60)

Yaşlı adam her gün Kur’an-ı Kerim okuyor fakat ezberleyemiyordu. Küçük oğul:

“Baba ezberleyemediğin halde neden her gün okuyorsun?” diye sordu. Baba, kendisiyle kömür taşınan sepeti göstererek:

“Sepetle şu denizden bana su getirdikten sonra söyleyeceğim” dedi.

Oğul denizden su getirmeye çalışır fakat defalarca denemesine rağmen başaramaz.  Babasına dönerek:

“Baba başaramıyorum. Bununla su taşıyamam ki” der. Baba sepeti göstererek:

“Peki onda bir şey fark ettin mi?” diye sorar.(Kendisiyle kömür taşınan sepet artık tertemiz olmuştu.) Oğul:

“Evet baba sepet tertemiz olmuş.” Baba:

“İşte böyle oğul. Kur’an-ı Kerim deniz suyu gibidir. Kalbimde tutamazsam bile dünyanın pislikleriyle kirlenen kalbi temizler.” der.

Hayat, Allah’ı zikretmeyle paklanır…

Ne mutlu, dünya ve ahirette onun şefaatine nail olanlara..

“BENİ ŞU BOYACI AĞLATTI”

Hacı amca Umre ‘den dönmüş, havaalanında ağlıyordu. Sordular niçin ağladığını.

Beni şu boyacı ağlattı” dedi, bir ayakkabı boyacısını işaret ederek. “Haddini bildirelim, söyle ne yaptı?” dediler.

Ayakkabımı boyatmak için boya sandığına ayağımı uzattığımda:

“Amca, herhalde Umre ‘den geliyorsun.” dedi.

Evet” dedim,

“O zaman bu tozlar Medine-i Münevvere’nin tozlarıdır, bunlar fırça ile alınmaz” dedi ve gözyaşları içerisinde sakalını ayakkabıma sürmeye başladı. O mübarek yerleri şu boyacının idrakinden mahrum olarak dolaşıp gelmişim ona yanıyorum. şimdi tekrar gitmek isterim de, onun için ağlıyorum.” dedi.

Seher Vakti Beni Unutma!

Kış mevsimiydi. Henüz kar düşmemişti toprağa fakat köyün etrafını çevreleyen koca dağların tepelerini, karın habercisi olan sis kuşatmıştı. Bu mevsimde, Ali’nin en sevdiği yemek, annesinin fırınlı sobada pişirdiği tereyağlı çöreklerdi. O akşam annesi çörek pişirmiş; yanına da dağ çayı demlemişti.

Sofrada Ali’den başka küçük kardeşi, annesi, babası ve dedesi vardı. Karınlarını doyurduktan sonra çok beklemeden istirahate çekildiler.

Hava yağmurluydu, yağmurun rahatlatıcı sesine kendini bırakan Ali, hemen uyuyakalmıştı. Gece yarısı, su içmek için odasından çıktığı esnada salonun kapısının açık olduğunu fark etti. Dedesi, ellerini açmış dua ediyordu. Bir süre izledikten sonra yatağına döndü. Oysa her sabah, namazı cemaatle kılarlardı. Babası imam, Ali de müezzin olurdu.

Sabah uyandığında, pencereden usulca süzülen güneş, neredeyse odanın ortasına gelmişti. Gözlerini ovuşturdu, dışarı baktı. Koşup dedesine soracaktı ki; duvardaki saat, dedesinin çoktan babası ile tarlaya, mısırları sulamaya gittikleri vakti işaret ediyordu.

Kahvaltı, evin avlusunda oyunlar, öğle yemeği, kitap okuma… Derken gün indi.

Babasını ve dedesini gören Ali, kapıya koştu.

Yemeğe besmele ile başlayıp dua ile bitirildi. Yemeği, namaz, çay, meyve ve yatsı namazı takip etti. Divanda uzanarak oturan dedesi uyukluyordu Ali’nin.

Ali karar vermişti. Gece erkenden kalkacak ve dün gece kendisini neden namaza kaldırmadığını soracaktı. Saat çalar çalmaz uyanıp alarmı kapattı. Koştu salona. Dedesi yine seccadenin üzerindeydi ama bu sefer tespih çekiyordu. Ali bir süre bekledi ve gidip yanına oturdu. Dedesi şaşırmıştı.

– Neden kalktın oğlum?

– Sen beni dün gece namaza neden kaldırmadın dede?

Dedesi:

-Kaldırdım evladım. Sen uyanamadın. Bu kıldığım, Teheccüd namazı.

“Teheccüd” ne demek dede, diye meraklı gözlerle sordu Ali.

– Gece namazı torunum. Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi vesellem) bizlere tavsiye etmiş.

Ali, hemen kalktı yerinden, koştu, abdestini aldı geldi. Güzel namazı, bir güzel kıldı. Ellerini açıp dua etti.

O esnada dedesinin gözlerinde biriken bir damla yaş, sakalını ıslattı:

– Bu vakte, seher vakti denir oğlum. Bu vakitte uyanık olanın günü bereketli geçer; uyku ile geçirenler ise çok şey kaybetmiş demektir.

Pencereyi açmış, mahlûkatı ibret nazarı ile seyre dalmışlardı. Sabah namazı vakti girmişti artık. Uyanan babasıyla beraber kıldılar namazlarını.

Çalan telefonla kendine geldi Ali, köyün yol ayrımına gelmişti bile. Dedesinin fenalaştığını duyunca hemen yola koyulmuştu. Arayan annesiydi:

-Köy yoluna döndüm anne. Geliyorum?

Ali, arabasından hızla inip kapıyı çaldı. İçerisi ana-baba günü gibiydi. Akrabalar, eş-dost, komşular… Bir yanda Kur’ân-ı Kerîm okunuyordu. Ali, usulca dedesinin yanına yaklaştı ve diz çöktü. Dedesi, güçsüzleşen dudaklarında hep aynı cümleyi tekrar ediyordu.

– Seher vakti beni unutma evladım!

Kaynak : İnsan Hayat

Gece İbadeti ve Seher Vakitlerini Değerlendirmek

 

Müziksiz ilahi: Eller Semaya Açıldı

Kaynak: İlahi Yolu

NAMAZ, İMANIN ALÂMETİDİR.

İslâm’ın ikinci şartı namazdır. Namaz kılmanın dünya ve âhirette pek çok faydası vardır. Namazı terk edenler için ise dünya ve âhirette çetin cezalar vardır. Namazı bilerek terk etmek büyük günahtır. Namaza devam etmek ise imanın alâmeti sayılmıştır.

Namazlarında ihmâli olan bazı kimseler, ‘Allâhü Teâlâ’nın bizim namazımıza ne ihtiyacı vardır!’ derler.

Evet, âlemlerin Rabbi olan Allâhü Teâlâ hiçbir şeye muhtaç değildir. Fakat namaz sayesinde elde edilecek sayısız nimetlere, insanın ihtiyacı vardır. Allâhü Teâlâ, işte o sonsuz faydaları Müslümanlara kazandırmak için namazı farz kılmıştır.

İnsan, namaz sayesinde yapacağı nefis terbiyesini, tevbeyi ve Allâhü Teâlâ’nın büyüklük ve nimetlerini hatırlamayı kendisine çok görmemelidir. Belli vakitlerde din kardeşleri ile bir araya gelip gönül birliği etmeyi ve icab ettiği takdirde yardımlaşmayı lüzumsuz zannetmemelidir. Böyle namazı ihmal eden kimseler şu hastaya benzer ki, kendisine faydalı ilaç kullanmayı emreden bir doktorun sözünü tutmayarak ona karşı: “Benim bu ilacı kullanmamla sana ne fayda olacak? Senin buna ihtiyacın mı var?” derler ve ilacın faydasının kendisinin iyileşmesi için olduğunu düşünemezler.

Namazı sırf tembelliğinden dolayı kılmayanlar, gece gündüz hangi dünya zevkleri peşinde koştuklarını iyi düşünmelidirler. Hâlbuki onların hepsi geçici şeylerdir. İnsan bugün var ise yarın yoktur. Namaz, evvelâ Allâh’ın emridir. Faydası ise hem dünyada hem de âhirettedir. Geçici istek ve zevkler uğruna can atarcasına harcanan vakitlerden çok daha azını, büyük ve devamlı faydalara vesile olacak beş vakit namaza ayırmayı çok görmek ve tembellik etmek, insaflı ve akıllı kimselerin işi değildir.

Âhiretin varlığına inanan bir kimse, dînî vazifelerini her şeyden üstün tutar. Namazı terk eden kimse acaba Allâh’ın huzurunda nasıl mazeret uyduracağını ve ‘Benim göz aydınlığım (asıl sürur ve ferahım) namazda kılındı!’ buyuran Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şefaatini istemek için huzuruna nasıl varabileceğini iyi düşünmelidir.