Kategori arşivi: EHL-İ SÜNNET

Resûlullaha tabi olmak

Müslüman, Cenab-ı Hakkın üzerimizdeki en büyük nimeti olan;

Sevgili Peygamberimiz’e (sav) ümmet olmanın büyüklüğünü unutmamalıdır.

Şükründen aciz olduğumuz böyle bir nimete layık olmak için elbette bizim de yapmamız gereken hususlar vardır.

Ona ümmet olmanın şükründen ve bazı icaplarından bahsetmek gerekir. Çünkü her nimetin bir hesabı olduğu gibi, kıymeti bilinmeyen nimetin elden çıkması da kolaydır.

Al-i İmran suresi 31.ayeti kerimesinde yüce Mevla’mız şöyle buyuruyor:

“(Ey Habibim) De ki: Eğer siz Allâh’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr’dur,Rahîm’dir.”

Bu ayeti kerimede hem dünyada hem de ahirette bahtiyar olmanın yolu açıkça ilan edilmiştir. Allahü Teala’yı seven ve Allahımızın kendisini sevmesini, dünya ve ahirette mesut ve bahtiyar kılmasını isteyen kimsenin yapması gereken şey çok nettir.

O da Allahın en sevgilisi olan Resulullah (sav)e her hususta tabi olmaktır.

Buna muvaffak olan kişiye müjdelenen şey ise Cenab-ı Hakkın o kişiyi sevmesidir. Hz. Allah’ın sevgisi ise dünyamız ve ahiretimiz için en büyük sermaye, en büyük kazançtır.

O halde Resulullah (sav)e uymak, tabi olmak ve bunu muhafaza etmek, her Müslümanın en büyük arzusu, hedefi olmalıdır.

Öyle ki ondan öte bir hedef, ondan öte bir güzellik yoktur.

Allah Resulüne tabi olmanın ne olduğunu, birkaç başlıkta hatırlamaya çalışalım:

Evvela Ehli sünnet ve’l cemaat üzere inanç ve itikada sahip olmak ve bunu diğer yanlış akımlardan korumak gerekir. Çünkü bu işin aslıdır.

Ehli sünnet inancı, Resulullah (sas)in ve onun ashabının inancıdır.

İkinci olarak, Allah ve Resulünün haram kıldıklarından şiddetle sakınmak ve farz kıldıklarına da sımsıkı sarılmaktır.

 Beraberinde, sünnet ve nafileleri de ihmal etmemektir.

Çünkü bunlar farzların tamamlayıcısıdır.

Hepsi beraber imanı koruyan kalelerdir.

Ayrıca; ibadetlerle alakalı olmasa da günlük yaşayışla ilgili, peygamberimiz (sav)in sünneti olan hususları da elimizden geldiği kadar severek yapmalıyız. Çünkü onlar Allahımız tarafından bizlere hediyedir, maddi manevi güzelliklere sebeptir. İbadette ve yaşayışta sünnetlere riayet etmek, Şefaat-i  Resulullah’a da sebeptir.

Bütün bunları yapabilmek için de sahih eserlerden ve bunları bilen ve yaşayan kimselerden iyice öğrenmeli ve hatta mümkün mertebe o Kuran ve sünnete bağlı kalan toplulukla beraber  olmalıdır. 

Resulullah (sas) efendimiz, veda haccında biz ümmetlerine, en büyük mucizesi olan Kur’an-ı Kerim’i ve onu tatbiki olan sünnetlerini emanet etmişlerdi. Cenab-ı Hak da Hıcr suresinin 9.ayeti kerimesinde Kur’an-ı (ve onun zımnında sünneti seniyyeyi) muhafaza edeceğini ilan etmiştir.

Onun için Yüce Mevla’mız her devirde sevdiği ve seçtiği kullarını Kur’an ve sünnetin hizmetine memur kılmıştır.

Tarih boyunca; Ashabı Kiram başta olmak üzere, Hz.Allahın seçtiği nasipli kimseler Kur’an’a hizmeti devam ettirdiler.

Dün olduğu gibi bugün de O emanete sahip çıkanlar; onu elden ele, dilden dile, gönülden gönüle aktaranlar, şartlar ne olursa olsun, bu bayrağı yere düşürmeyenler, hayatlarını, varlarını yoklarını Kur’an’ın ve dinin öğretilmesine, yaşanmasına adayanlar, Allah Resulünün bu tebliğine de tabi olmuş, onun hizmetlerine varis olmuş kimselerdir.

(Çünkü bu hizmet peygamber hizmetidir. Bunlardan İslam’ı öğrenmek, bunlara yardım etmek de Sevgili Peygamberimize yardım etmek, onu memnun etmek demektir.)

Hadis-i Şerifte; ”kişi sevdiği ile beraberdir.” Buyruluyor.(Buhari ve Müslim-Abdullah İbni Mesud’tan)

Bu dünyada Allah Resulüne severek tabi olan, onun emanetine sahip çıkan kişiyi sevgili peygamberimiz(sav)de ahiret hayatında yalnız bırakmayacaktır.

Her sıkıntısında o büyük şefaatçiyi yanında bulacaktır.

Ümmeti Muhammedin Fazileti

Sünnet-i Seniyye

https://pagead2.googlesyndication.com/pagead/js/adsbygoogle.js


(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Reklam

EHL-İ SÜNNET İTİKÂDINA UYMAYANIN PİŞMANLIĞI

İstanbul’da vâizlik yapan Sümbül Efendi’nin halifesi Şeyh Hasan Efendi (rah.) (v. 1617) anlatır:

Arabistan’a seyahat ederken Basra’da Hacı Ahmed denilen bir kimsenin evinde birkaç gün müsafir oldum. Bir ara Hacı Ahmed bir hatırasını anlattı:

“Şehrimizde Yahya adında ilim sahibi bir kimse vardı. Lâkin itikâdı bozuktu. Ehl-i Sünnet inancına uymuyordu. Ondan defalarca, Hz. Ebûbekr-i Sıddîk, Hz. Ömerü’l-Fâruk ve Hz. Osman bin Affân (r. anhüm) haklarında nice uygunsuz sözler duymuştuk. Bir gün bir paşaya, benim, onun arkasında namaz kılmadığım gibi, diğer Müslümanları da arkasında namaz kılmaktan caydırdığımı söylemiş.

Paşa, beni çağırtıp niçin ona uyup namaz kılmadığımı sordu. “Kişi göz göre göre kendini ateşe atar mı? Bir kimsenin kötü itikâdını bildikten sonra, ona uyup namaz kılmam.” dedim. Birkaç gün sonra, çarşıda Yahya Efendi’yi gördüm. “Gelin ey Müslümanlar!” diye bağırıyordu. Hemen, acele ile yanına vardık. Avucunun içi dişlerle dolu idi. Şöyle anlattı: “Bu gece rüyamda gördüm ki; kıyamet kopmuş ve ben, çok şiddetli bir susuzluk çekiyorum. Dolaşıp su ararken büyük bir havuz gördüm. Kenarında nuranî ve yaşlı bir zât duruyor, gelip geçenlere su dağıtıyordu. Yanına vardım ve kim olduğunu sordum. “Ebûbekr-i Sıddîk’ım” dedi. Ben, “Seni dünyada iken de sevmezdim, senin verdiğin suyu içmem!” dedim ve devam ederek havuzun diğer tarafına dolaştım.

Daha sonra Hz. Ömer ve Hz. Osman’ı da gördüm. Onlarla da aynı konuşmayı yaptım. En son Hz. Ali’yi gördüm ve hemen ayaklarına kapanıp yüzümü ve gözümü sürerek, ondan da su istedim. Bana, “Gelirken benim kardeşlerime rast gelmedin mi?” diye sordu. Ben de “Evet, rast geldim; lâkin ben onları sevmediğim için sularını da içmem. Ben, seni severim, senin suyundan içmek isterim!” dedim. Hazret-i Ali (r.a.) bana öyle bir tokat vurdu ki o acı ile uyandım. Bir de gördüm ki bütün dişlerim işte böyle dökülmüş.

Ey Müslümanlar! Şu ana kadar dalâlet yolundaydım. Hamd olsun ki Allâhü Teâlâ, beni şimdi hidayete erdirdi ve doğru yola girdim. Şu hâlimden ibret alın” dedi.

/ FAZİLET TAKVİMİ 16 Ocak 2021, Cumartesi

Niyette ihlâslı Olmak

ALLÂHÜ TEÂLÂ, İSLÂM DÎNİNİ FÂSIK VE FÂCİR KİMSE İLE DE KUVVETLENDİRİR

EbûHüreyre (r.a.) şöyle anlattı: “Hayber Gazası’na hazırlandığımız sırada Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Hazretleri, Müslüman geçinenlerden birisine işâret buyurarak “Şu kişi cehennem ehlindendir.” dediler.

Harp esnasında o kişinin gayretini ve şiddetli cenk ederek yaralandığını gören Ashâb-ı Kirâm’dan bazıları: “Böyle çalışan kimse ehl-i cehennem olur mu?” diye şüpheye düşeyazdılar. Neticede o kimse, yaralarının acısına sabretmeyip tirkeşinden (ok çantasından) bir ok çıkarıp kendisine sapladı ve intihâr etti. Müslümanlar bu hâli görünce Resûlullah Efendimize (s.a.v.) varıp: “Yâ Resûlallâh! Hak Teâlâ Hazretleri senin sözünü doğru çıkardı. O kimse canına kıydı.” dediler. Sonra Peygamberimiz (s.a.v.) Hazretleri, birine: “Kalk, ya filân! Halka bildir ki; cennete, mümin olandan başkası giremez. Hak Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri hakîkaten bu İslam dînini fâsık ve fâcir kimse ile de kuvvetlendirir.” buyurdu. Murâd-ı şerîfleri şudur ki:

Cennete girmeye, gerçek mümin olanlar lâyıktır. Mümin olmayanı İslâm uğrunda çalışmaz zannetmeyin. Bu din öyle bir dindir ki, Hak Celle ve Alâ Hazretleri bunu kuvvetlendirmek için fâcirleri bile kullanır.

Resûlullah (s.a.v.) Hazretleri şöyle buyurmuşlardır ki: “Hakîkaten kişi, başkalarına karşı cennet ehlinin amelini işler, hâlbuki kendisi cehennem ehlindendir. Ve gerçekten kişi başkalarına karşı cehennem ehlinin amelini işler, hâlbuki kendisi cennet ehlindendir.” Diğer bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Allâhü Teâlâ, sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o, sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.” Velhasıl, Hak Teâlâ Hazretlerinin nazarı, kullarının kalplerine ve niyetlerinedir; niyetteki ihlâsadır. Yoksa Allâhü Teâlâ zengindir. Hiç kimsenin ameline ihtiyacı yoktur. Bütün ibâdetlerin faydası yine kullara aittir.

/ FAZİLET TAKVİMİ 28 Haziran 2020, Pazar

Müslüman; İslâm îtikâdını, inancını kat’î olarak kabul eden kimse:

Cenâb-ı Hakk’ı tam manâsıyla bilip, kendisinin acziyet ve kulluğunun farkına vararak, her işinde Hazret-i Allâh’a tevekkül ve îtimad eder. Korku ve ümit arasında Cenâb-ı Hakk’a bağlanır, evham ve bâtıl hayallere dalmaz. Bütün söz ve fiillerini, Cenâb-ı Hakk’ın işitip gördüğünün ve bildiğinin farkında olarak edepli bir şekilde yapar. Bütün yaratılmışlara karşı şefkat ve hakkâniyet üzere hareket eder.

Bütün insanların, her şeyi yaratan Hazret-i Allâh’ın kulu olduğunu bilir, kimseye yan bakmaz ve can yakmaz.

Hazret-i Allâh’ın vahdâniyetini tasdik eder. İbâdet ve kulluğa yalnızca Cenâb-ı Hakk’ın layık olduğunu bilir; her türlü yardımı, hidâyet ve mağfireti ondan bekler.

Peygamberlerin sonuncusu olan Hazret-i Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e îman etmiş olduğundan bütün peygamberleri istisnasız olarak kabul eder, hiç birini diğerinden ayırmaz.

Kadere îman etmiş olduğundan, başına bir musîbet ve keder geldiği zaman rızâ gösterir ve ‘takdîr-i ilâhîdir’ diyerek üzüntüsünü büyütmez ve uzatmaz.

Âhirete îman etmiş olduğundan dünyada başına gelen musîbetler ne kadar artsa da ümitsizliğe düşmez, isyan etmeyi asla düşünmez. Âhiretteki ecrini düşünerek sıkıntılara karşı sabırlı olur.

Cenâb-ı Hakk’ı çokça zikrettiği için kalbi, Hz. Allâh’ın zikri ile nurlanıp sanatı, ticareti ve hiçbir dünyalık işi onu, Allâhü Teâlâ’yı zikirden alıkoymaz. Allâhü Teâlâ’nın sevgisi ile dolu olan kalbinde dünya sevgisi yer edemeyeceği için kendisini âhiret yolcusu olarak görür ve ecel kendisine ağır gelmez.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sünnetine tâbi olur ve mübârek ashâbının hayatlarını öğrenerek onların hikmet, iffet, şecâat ve cömertlik gibi güzel ahlâkları ile ahlâklanır. Bu fâni âlemin geçici lezzetlerine iltifat etmeyerek dünyayı âhiretin tarlası olarak bilir ve gücü yettiği miktarda hayırlı fiil işleyerek arkasında güzel ameller bırakmaya çalışır.

Korku ve üzüntü üzere olmayıp rahat ve gönlü huzurla dolu olarak yaşar. Hevâsının (nefsinin gayr-i meşru arzularının) peşinde koşmayıp sadâkat ve vefâ ehli olur. (Nimet-i İslam)

/ FAZİLET TAKVİMİ 14 Nisan 2020, Salı

EHL-İ SÜNNET İTİKADI CENNETE ULAŞTIRIR

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîflerinde: “Biri hariç yetmiş iki fırkadan tamamı cehennemdedir.” buyurmuşlardır. İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri, bu hadîs-i şerîf hakkında gelen bir suâle şöyle cevap vermişlerdir:

“Malum olsun ki bu hadîs-i şerîfte ‘tamamı cehennemdedir’ sözünden murat, dalâlet üzere olan fırkaya mensup olanların, bir müddet cehenneme girmeleri ve orada azâb olunmalarıdır. Yoksa ebedî olarak azâb olunmaları değildir. Çünkü cehennemde ebediyyen kalmak, îmâna zıt bir şeydir ve bu, kâfirlere mahsustur. Bu hususta söylenecek son söz şudur:

Onları (dalâlet üzere olanları) cehenneme götüren sebep, bozuk itikadları olduğu için tamamı cehenneme girerler ve itikadlarının bozukluğu miktârınca orada azâb olunurlar. Yalnız bir fırka müstesnâdır (ki o, fırka-i nâciye olan Ehl-i Sünnet ve Cemâat’tir). Çünkü fırka-i nâciyenin itikâdı, cehennem azâbından kurtulmaya ve onları selâmete ulaştırmaya bir sebeptir. Ancak fırka-i nâciyeden olan bir kimse kötü bir amel işler de tevbe veya şefâat ile affolunmazsa o kimse günâhı miktarınca cehennemde azâb olunabilir. Her ne kadar ebediyyen kalmasalar da cehenneme girmek, diğer fırkaların bütün ferdlerine şâmildir. Cehenneme girmek, fırka-i nâciyenin ise bazı günahkâr ferdlerine mahsustur. Hadîs-i şerîfte geçen ‘tamamı’ kelimesi buna işaret etmektedir. Nitekim bu, gizli değildir.

Dalâlete düşmüş olan bu fırkalar; ehl-i kıble olduğu için, dînin zarûriyâtını inkâr etmedikleri ve şer’î hükümlerden tevâtüren sâbit olan şeyleri reddetmeyip, bizzarûre din tarafından geldiği bilinen şeyleri de kabul ettikleri müddetçe, onlara kâfir demek doğru olmaz.

Âlimler dediler ki: Bir meselede küfrü îcab eden doksan dokuz vecih bulunsa, bununla berâber bir vecih de küfre zıt olsa, bu vechi sahih görmek ve hemen küfür ile hükmetmemek lâzımdır.

Allâhü Teâlâ, en iyi bilendir ve onun kelimesi, en muhkem olanıdır.” (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, c. 3, m. 38)

ÂFİYET NEDİR?

İman Nimetinin Değerini Bilmek

ATEŞİN YAKMADIĞI ZÂT

Ümmeti Muhammedin Fazileti