İman Nimetinin Değerini Bilmek

Cenabı Mevla’nın bahşettiği en büyük nimet, korumamız icap eden en büyük cevher imanımızdır. Dünya ve ahiret saadetimiz ona bağlıdır. İmanın değeri, her türlü maddi ve manevi kıymetin üstündedir. Yaptığımız bütün iyiliklerin, güzelliklerin değeri imanın varlığı ve kuvveti ile alakalıdır. O yoksa yapılan iyiliklerin de hiç bir kalıcı faydası yoktur. Bu sebepledir ki insanlığa gönderilen bütün peygamberin ilk işi, halkı imana davet olmuştur.
O halde her insan evvela iman etmek ve bu imanı âhirete götürmekle mükelleftir. Evvela İman nedir?
”İman, Peygamber Efendimiz (sav.) in Hazret-i Allâh tarafından getirip tebliğ buyurduğu hususların tamamını kabul ve kalben tasdik etmektir.” İman,bu tasdikten ibarettir.(Muhtasar ilmihal, Fazilet neşriyat)
Fakat kişinin, hayatında ve ölümünde kendisine Müslüman muamelesi yapılması için kelime-i şehâdeti dili ile söyleyip kalbi ile tasdik etmesi şarttır. Buna mazhar olan bir kul artık mümindir, Hz. Allah’ın cennetine adaydır. O kişi artık, Allah’a itaat, haramlardan korunmak ve İbadetlerle mükelleftir. Namaz, oruç, zekat hep iman edenlere farzdır. Diğerleri muhatap bile değildir. Tabi ki böyle muazzam bir nimet ile şereflenen kişi sahip olduğu bu cevheri daha iyi koruyabilmesi için, bazı hususlara dikkat etmelidir. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
İlk olarak; İman ve İslam’la alakalı hususları, amentü’de yer alan maddeleri ve bunlarla ilgili muhtevayı sahih ilmihal kitaplarından çok iyi öğrenmeli ve yutkunmadan kabullenmelidir. Çünkü İman kalpte teşekkül eder, akıl burada yardımcıdır. İmanla ilgili bazı mevzuları şu küçük dünya aklı tartamayabilir. Onun için İslam büyükleri, ”Her şey akılla ölçülemez, aklın da bir maverası vardır, o da imandır.” buyururlar.

Diğer bir husus bununla beraber imanın devamının şartlarını ve İslami yaşayışla ilgili hususları da öğrenmektir. Çünkü cahillik dinin en büyük düşmanlarındandır. Hâlbuki bu mevzular, sayfalar dolusu karmaşık metinler de değil, akıllı her insanın rahatlıkla öğrenebileceği kadar kolay ve net bilgilerdir. Öğrenmekte farz sevabı vardır. 

Üçüncü olarak da bu öğrendiklerimizle amel etmeye çalışmak, imanımızı zayi edecek şeylerden şiddetle sakınmak ve ibadetlere de sımsıkı sarılmak gerekir. İslam âlimlerine göre,“İbadetlerimizi; yani farzlar, vacipler, sünnetler, müstehap ve mendupları yapmak ve bir de Hz. Allahın yasaklarından sakınmak, imanı koruyan kalelerdir. Îman, bu ibadetlerle çerçevelenip kale içine alınarak korunur. İmanı koruyan bu kaleleri yıkanlar yani, farzları, vacipleri, sünnetleri terk edenler ve haramlara ve kul haklarına dalanlar imanlarını kolay kolay muhafaza edemezler.(Muhtasar ilmihal)

İnandığı gibi yaşamayan gün gelir yaşadığı gibi inanmaya başlar. Bir mümin açıkça haram olan bir şeyi yaptığında önce üzülür, pişman ve mahcup olur. Aslında bu üzüntü ve pişmanlık bile affın bir başlangıcıdır. Ama bu haramı işlemekte devamlı ve ısrarlı olurca; artık o, hayatının bir parçası haline gelir. Neticede, “bundan bir şey olmaz, her günahım böyle olsun” gibi değişik tevillerle o haramı önce hafife almaya, sonra da helal görmeye başlarsa; işte bu iman nurunun sönmesine sebep olur.
Hadisi şerifte haber verildiği gibi;
“Kur’ân-ı Kerîm’in haram ettiği şeyleri helâl sayan, Kur’ân’a imân etmemiştir.”
(Sünen-i Tirmizî)
Ali İmran suresinin 102.ayeti kerimesinde ise Yüce Mevla’mız şöyle buyuruyor: “Ey iman enler! Allah’tan hakkı ile korkup (kötülüklerden sakının) ve sizler, ancak Müslümanlar olarak ölünüz.”
Şuur sahibi Her Müslüman imanını ve amellerini zayi etmeden bu dünyadan göç etmenin endişesini yaşar ve öyle olmalıdır. Peygamberler, Ashabı Kiram, büyük İslam âlimleri hep bu endişeyi taşımış, onun için Cenabı Hakk’a daima dua ve niyazda bulunmuşlardır. Bizler de; her vesile ile son nefeste kâmil bir imanla göç edebilmek için dua ve ilticadan geri kalmamalıyız.
Ayrıca Hadisi şerifte ifade buyrulan; ”Sadaka vermek kötü ölüme mani olur.” müjdesince sadaka vermeye, Allah yolunda hizmete ağırlık vermeliyiz. “Sizler nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz.” sözü hükmünce; iman, itaat, ihlas ve dua ile, daima ahireti düşünerek yaşayanların ölümleri de hep kendilerine yakışır şekilde olmuştur.
Ölürken kelime-i şahadetle, tevhitle, zikirle meşgul ve abdestli olanlar; ilim, ibadet, Allah yolunda hizmet ve hayırlı işler peşinde iken ölenler, kabirlerinden yine aynı güzellikte kalkacaklar. Ölüm onlar için korku ve hüzün değil, ebedi saltanatın bir başlangıcıdır.

İMANI İSLAH EDEN HALLER

Mecusi Neden İmana Geldi?

ÜÇ SORU VE BİR TOPRAK TEZEĞİYLE ÜÇ CEVAP

İmanın Değeri ve Onu Korumanın Önemi

“KUL NE HALDE ÖLÜRSE ÖYLECE DİRİLTİLİR”

Kadere İman

 

 

Reklam