Etiket arşivi: TALEBE

Daha fazla mutlu olmak için!

Alim ve bilge bir insan günlerden bir gün talebesi ile birlikte yaşadıkları yerin civarında gezerlerken, bir tarlanın yanındaki ağaçlardan birinin altında eski bir çift ayakkabı gördüler. Muhtemelen o civarda, tarlasında çalışan birisinin ayakkabısıydı.

Talebe: “Hocam bu ayakkabıyı saklasak da, sahibi geldiğinde ayakkabısını bulamayınca, o anki halini seyretsek olur mu? Hem dünya malını yitiren bir kişinin halini müşade etmiş, dersler çıkarmış oluruz” dedi.

Hocası: “Alacağımız dersleri yada bir şeyleri izleyerek duyacağımız hazzı ve sevinci başkalarının üzüntüsü veya kaybının üzerine kurmak doğru değildir. İstersen şöyle yapalım. Sen varlıklı bir ailenin çocuğusun. Bu ayakkabının içine bir miktar para bırak, sahibinin gelip bunu gördüğü zamanki sevincini seyredelim” 

Talebe bu teklifin daha güzel ve hikmetli olduğunu düşündü. Adamın ayakkabısının içine bir miktar para koydu. Hocası ile görünmeyecek şekilde bir ağacın arkasına saklanıp beklemeye koyuldular.

Bir süre sonra, ayakkabının sahibi geldi. Elbiselerini değiştirdi, ayakkabısını giyerken içinde bir şey olduğunu farketti. Baktığında bunun para olduğunu gördü. Bir müddet etrafına bakındı, hiç kimseyi göremeyince, dizleri üserine oturdu ve ellerini açıp:

“Ya Rabbim, Sen kalplerde olanı bilensin. Eşimin hasta, çocuklarımın aç olduğu sana malumdur. Verdiğin bu nimet için sana sonsuz şükürler olsun.” deyip gözyaşlarına boğuldu ve uzun bir süre ağladı. Bunu gören Hoca ile talebesi de göz yaşlarını tutamadılar.

Sonra Hoca talebesine döndü: “Bu senin yaptığın ilk tekliften daha güzel olmadı mı, şu an daha mutlu ve huzurlu değil misin?” dedi.

Talebesi: “Evet Hocam, daha mutlu ve huzurluyum. Şimdi, daha evvel anlamadığım şu cümlenin de manasını anladım. Verdiğin zaman, aldığın zamankinden daha mutlu olursun.”

Vermek ise sadece mal ile alakalı bir şey değildir. Sahip olduğun her şeyden verebilmek ile alakalı bir durumdur.

Sonra Hoca devam etti:  

“Evladım! Güçlü ve haklı olduğunda affetmek: Vermektir.”

“Yokluğunda kardeşine dua etmek:  Vermektir.”

“Başkasının hakkında iyi olanı düşünmek: Vermektir.”

 “Haksız iken özür dileyebilmek: Vermektir.”

 “Namahrem olana kem gözle bakmamak: Vermektir.”

“Başkasının hakkını korumak, hukukuna riayet etmek: Vermektir.”

“Güler yüz ile muamele etmek: Vermektir.”

“İnsanların gönüllerine sevinç ekmek:  Vermektir…”

Sevincimizi başkalarının üzüntüsü üzerine değil sevinci üzerine kurmak dileğiyle.

Reklam

Renk Renk Saat Standları

Reklam

Damat Efendi..

Mecmau’l-Enhur fi Şerhi Mülteka’l-Ebhur eserinin sahibi Muhammed b. Süleyman, “Damat Efendi” lakabıyla meşhur olmuştur. Çünkü, bu iffet âbidesi, talebelik döneminde bir gece yarısı, mum ışığı altında ders çalışmaktadır. İlmî mütâlaalara daldığı bir esnada kapısı çalınır. O vakitte birinin gelmesinin hasıl ettiği hayret ve misafirin kimliği hakkındaki merakla hemen kapıyı açar. Karşısında genç ve güzel bir kızcağız durmaktadır. Misafir, yolunu kaybettiğini ve etrafta başka bir ışık göremediği için onun kapısını çalmaya mecbur kaldığını söyler.

Genç talebe, misafirini geri çeviremez, onu gece karanlığına ve sokağın soğuğuna terk edemez, çaresizce kızı içeri alır. Ona oturup dinlenebileceğ i bir köşe gösterdikten sonra da sabaha kadar dersine çalışmaya devam eder. Utangaç ve gizli-saklı nazarlarla onu seyreden kızcağız, bu iffetli talebenin bir haline taaccüb eder; genç, arada bir parmağını önünde yanan mumun alevine tutmakta ve bir müddet öylece bekledikten sonra geri çekmektedir.

Gün ışıdıktan sonra genç kız oradan ayrılıp evine döner. Halkın yardımıyla yolunu bularak ulaştığı ev, Osmanlı vezirlerinden birinin sarayıdır; bu genç kız da, o vezirin kerimesidir. Saray halkı, ona geceyi nerede ve nasıl geçirdiğini merakla sorarlar. Genç kız başından geçenleri, gördüklerini ve hususiyle de kendisini misafir eden talebenin tuhaf halini bir bir anlatır. Vezir, kızına yardım eden o genci sarayına davet eder ve niçin sabaha kadar elini yanan mumun üzerinde tuttuğunu ve elinin yanmasına sebep olduğunu sorar. Yusuf yüzlü genç, “Yolunu kaybettiği için kapımı çalan bir misafiri dışarıda bırakamazdım;  bu sebeple onu kulübeme aldım. Şeytan beni kandırmaya yeltendiğinde, parmağımı ateşe tutarak, nefsime cehennem azabını hatırlattım ve böylece yanlış bir şey yapmaktan kurtuldum.”

Vezirin çok hoşuna giden ve teklifi kabul ederek o kızcağızla evlendikten sonra da “Damat Efendi” olarak anılagelen Muhammed b. Süleyman gibi bir hayat yaşayabilenlere ne mutlu.

Namazda Çuval Tahsil Etmek…

Hikâye olundu. Şeyh Ebûl-Abbâs el-Cevâlikî, hâlinin başlangıcında çuvalcılık yapardı. Bir gün bir müşteriye veresiye bir çuval sattı. Fakat kime sattığını unuttu. Müşteri de malını getirmedi. Namaza kalktı. Namazda satışını düşündü. Namazda aklına geldi. Selâm verince talebesine:

-“Namazda iken çuvalı kime ve hangi şahsa sattığımız aklıma geldi.” Dedi. Talebesi:

-“Ya Ustâdî Sen namaz mı kılıyordun yoksa çuvalı mı tahsil ediyordun?” dedi.

Talebenin bu sözü şeyhe çok tesir etti. Bunun üzerine şeyh, bir çuval giydi. Dükkânı talebeye bıraktı. Dünyayı terketti. Riyazetle meşgul oldu. Bu hâli elde edeceğini elde edinceye kadar yâni manevî makamlara ulaşıncaya kadar devam etti.

İnsanlar, çalışarak yüksek mertebelere çıkarlar. Ey nefsinin esiri! Bu halinle sen nereye vardın? [1]


[1] İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 2/692.

……….LÜTFEN ALLAH’I GÖSTERİR MİSİNİZ?

           ilim artırmak

GÜNEŞE BAKAN GENÇLER

            Dünyaca bilinen alim Franklen, bir gün okulda ders verirken, talebelerinden biri demiş ki:

           “-Efendim, siz hep Allah’ın varlığından söz ediyorsunuz. Halbuki her varlık gözle görülüyor, fakat Allah’ı göremiyoruz, lütfen Allah’ı gösterir misiniz?”

            Bu dehşetli soru  üzerine, Franklen bütün talebeyi dışarı çıkarmış, öğle üzeri, güneşin en şiddetli olduğu bir zamanmış. Onlara göz kırpmadan güneşe  bakmalarını söylemiş, fakat birkaç saniye sonra çocukların gözleri güneşten kamaşmış, göremez olmuş.

            Bunun üzerine Franklen, başları eğik, hala gözlerini oğuşturan ve silen talebelere şöyle hitab etmiş:

             “-Evlatlarım, siz hiç biriniz güneşe on saniye bakamadınız, gözleriniz kamaştı, sulandı. Göremez oldu. Biraz daha baksaydınız hepiniz kör olurdunuz. İşte bu güneş Allah’ın bir eseridir. Siz Allah’ın eserine bile on saniye bakamadınız; Allah’ın kendisine nasıl bakabilirsiniz? O kudreti kendinde kim görebilir?

 Kaynak : Beyaz Sır(Hızır’a ve Huzura Kavuşturan Esma’ül Hünsa) Sahife 148

***

ÜÇ SORU VE BİR TOPRAK TEZEĞİYLE ÜÇ CEVAP