Etiket arşivi: İblis

Hz. Havva Validemiz Niçin Yaratıldı?

Müfessirler şöyle naklederler:

— Hz. Adem Cennette olduğu zaman yalnız dolaşırdı. Gönlü sâkin değildi. Hak Teâla Adem’e uyku verdi. Adem (A.S.)’da uyudu. Hak Teâla Adem’in sol eğe kemiğinden Hz. Havvâ’yı yarattı. Ona Cennet elbiselerini giydirdi. Hz. Havvâ, Ademin başı ucuna oturdu. Adem (A.S.) uykudan uyandığı zaman başında bir kadının oturduğunu gördü. Melekler imtihan için:

Bu kimdir ? diye sordular.

Adem (A.S.):

Kadındır, dedi.

Melekler:

İsmi nedir? dediler.

Adem (A.S.):

Havvâ’dır, dedi.

Melekler:

Niçin Havva’dır? dediler.

Adem:

Diri yaratıldığı için, dedi.

Melekler:

Niçin yaratıldı? diye sordular.

Adem:

Ben onda ve o bende sakin olmak (huzur bulmak) için yaratıldı, dedi.

Nitekim Hak Teâla buyurdu:

«Sizi bir candan (Ademden) yaratan, bundan da, gönlü kendisine yatıp ısınsın diye, eşini yapan O’dur (Allah’tır). (A’râf Sûresi, âyet: 189.)

Bedâyi-i Ahbâr’dan yapılan nakle göre, Adem (A.S.)

Cennete girince, Allah Teâla Hz. Havvâyı yarattı ve:

Benim Cennetimde oturun, yemişlerinden yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın. Benim selâmetim ve rahmetim sizin üzerinize olsun! dedi. Ve kendisini Hamd ve Senâ ile anıp:

Hamd benim övüncümdür, Azamet benim örtüm, Ululuk elbisem ve bütün mahlûkât benim kulumdur, buyurdu.

Melekler, Adem (A.S.)’a verilen bu şerefi görünce. Cennet halkı ile birlikte, onların üstlerine inciden saçu saçtılar. Adem (A.S.)’a ve Hz. Havva’ya selâm verdiler.

Hak Teâla hazretleri şöyle buyurdu:

Ey Adem! Benim nimetlerime şükret. Seni son derece güzel yarattım. Seni ayağın üzerinde yürüttüm. Sana ruhumu üfledim. Melekleri sana secde ettirdim. İb[1]lis sana secde etmediği için ona lânet ettim. Sana olan iyilikleri tamamladım. Ceneti iki bin yıl evvel, Havvâ ile senin için, yarattım. Eğer bana itaat ederseniz benim Cennetimde kalırsınız. Eğer bana verdiğiniz sözü terk ederseniz Cennetten çıkarır, ateşle azâb ederim.

Adem (A.S.) bunun üzerine:

Ey Rabbim! Ahdini ve emânetini kabul ettim, dedi.

Hak Teâla:

Eğer bu ağaca yaklaşırsanız, zâlim olursunuz, buyurdu.

Eb’ul-Leys İbni Abbâs (R.A.)’dan şu rivâyeti nakleder:

— O zaman İblîs, Adem (A.S.)’ın, Allahtan bu şekil[1]de yücelik bulduğunu görünce hased elti. Cennetten çıkarmak istedi. Yılan suretine girip Cennetin kapısına geldi ve ağladı. Adem (A.S.) ve Havvâ Şeytanı tanımadılar ve:

Neden ağlıyorsun? dediler.

Şeytan:

Sizin için ağlıyorum, birbirinize hasret kalacaksınız. Fakat, size tavsiye ederim ki, bu ağaçtan yerseniz Cennette ebedî kalırsınız, dedi:

Havvâ bu söze mağrur oldu. Oradan gitti, Adem (A.S.)’ın yanına geldi ve:

Bu ağaçtan yiyelim ve Cennette ebedî kalalım, dedi.

Adem (A.S.):

Hak Teâla bizi bu ağaçtan men etti, dedi.

Havvâ bin türlü nâz ve lütuf ile:

Beni seversen bu ağaçtan yiyelim ve Cennete ebedî kalalım, dedi.

Adem (A.S.):

Ey Havvâ! Böyle yapma! Ben Allah’ın hışmından korkarım, dedi.

Hz. Havva:

Allah’ın rahmeti çoktur deyip o ağaçtan bir yemiş aldı, yedi ve:

Ey Adem! Ben yedim, bir şey olmadı, dedi. Zira,o meyveyi yemekle Havva’ya bir hâl olmadı. Çünki Havvâ başkasına uyan, Ademin himâyesinde bulunan kimse, Adem ise kendine uyulan, Havvâ’nın kendisine uyduğu kimse idi. Madem ki uyulan Adem’de bir hal yoktur, uyan Havvâ da da bir hal olmaz. Bunun aksi de böyledir. Ondan sonra Havvâ bir yemiş alıp Adem’e verdi.

Ne zaman ki Adem (A.S.) o meyveden yedi, giydiği güzel elbiseler arkasından düştü, çıplak kaldı. Adem (A.S.) utancından kaçıp gizlendi.

Allah Teâla:

Ey Adem! Benden mi kaçıyorsun? buyurdu.

Bir incir ağacından yaprak alıp kendini örttü.

Saîyd bin Müseyyeb dedi ki:

Adem (A.S.) o ağaçtan yemeyeceğim diye Cenab-ı Hak’la ahd etmişti. Halbuki aklı vardı. Peki, niçin yedi? Cevâbı şudur:

— Havvâ çeşitli yollarla sarhoş etmişti. Bundan dolayı ahdi unutup o meyveden yedi.

Bagavî tefsirinde, nakledildiğine göre Muhammed bin Kays şöyle demiştir:

Hak Teâla Adem (A.S.)’a: Benim yasak ettiğimi niçin yedin? diye buyurdu.

Adem (A.S.):

Havvâ yedirdi, dedi.

Hak Teâla Havvâ’ya:

Niçin yedirdin? buyurdu.

Havvâ:

Bana yılan. «Ye!» dedi, yedim diye cevap verdi.

Hak Teâla yılana:

Niçin yedirdin? buyurdu.

Yılan:

Bana İblis öğretti, dedi.

Hak Teâla Havva’ya:

Ayda bir kerre kan gör! buyurdu.

Yılanın ayakları vardı ve kendi de deve gibi idi.

Hak Teâla yılana.

Ayaklarını kestim, bundan sonra sen yüzün üzerine yürü! buyurdu.

Ondan sonra da İblîs’e:

Bunları sen azıttığın için melun ol, sana lânet olsun! buyurdu.

Hak Teâla bundan sonra yine Adem’e:

Ey Adem! Ben seni şükredesin diye yarattım. Sen ise nimetlerimi inkâr eden bir kul olmak istersin, buyurdu.

Adem (A.S.):

Ey Allahım! Beni toprak et, tek azâb etme! diye yalvardı.

Hak Teâla da:

— Ben seni niçin toprak edeyim? Cennet ve Cehennemi senin çocuklarınla, senden türeyecek insanlarla dolduracağım, buyurdu.

Adem bu sözü işitince, sevinip sustu.

Ondan sonra Hak Teâla, Adem (A.S.)’ı Serendip dağına indirdi ve şunları ona verdi:

1) Allah onu yeryüzüne indirdi.

2) Onu sıkıntıya düşürdü.

3) Rengini değiştirdi.

4 ) Komşuluktan uzaklaştırdı.

5) Hz. Havva’yı ondan ayırdı.

6) Adem (A.S.) ile İblîs arasında tekrar düşmanlık meydana geldi.

7) Allah’ın nehyini çiğnedi.

8) İblîs’i Adem (A.S.)’ın oğullarına havale etti, gönderdi.

9) Dünyayı Adem oğullarına zindân kıldı.

10) Adem (A.S.)ı Cennet havasından mahrûm bıraktı.

Ondan sonra Hak Teâla Havva’ya:

Ey Havvâ! Nasılsın? diye buyurdu.

Havva da:

Ey Rabbim! Benim zînetlerim ve elbiselerim gitti, dedi.

Hak Teâla:

Bu elbiseleri senden kim giderdi? buyurdu.

Hz. Havvâ:

Ettiğim hata giderdi. Beni düşmanım İblis kandırıp aldattı. Sana and içti, ben de aldandım, dedi.

Hak Teâla hazretleri:

Ey Havvâ, seni şu on beş şeye müptelâ ettim, buyurdu:

1) Hayız görmek.

2) Karnında çocuk taşımak.

3) Çocuk doğurmak,

4) Din noksanlığı,

5) Akıl noksanlığı,

6) İddet (belirli bekleme zamanı) bitmeyince evlenmemek.

7) Mirâs noksanlığı.

8) Erkeğin emrinde ve hükmü altında olmak.

9) Talak (boşanma) senin elinde olmamak.

10) Harbe gitmemek.

11) Kadından Peygamber olmamak.

12) Halîfe ve Sultan (Devlet Reisi) olmamak.

13) Erkeklerinden izinsiz üç günlük yere gitmemek.

14) Bütün Cemaat kadın olsa Cuma namazı kılmamak.

15) Genç kadınlara erkekler selâm vermemek.

Şimdi ey Havvâ! Cennetten çık! Sana: aklı, dinî,mirası ve tanıklığı eksik kıldım.

Havvâ:

Ey Rabbim! Cennetten nasıl çıkayım? Bütün yücelikleri benden giderdin! dedi.

Hak Teâla.

Cennetten çık! Senin neslinden nice Peygamberler, Velîler ve Şehitler gelecek ki, Cenneti onlarla dolduracağım, buyurdu.

Ne zaman ki Adem (A S.) Cennetten çıktı, Cebrâil (A.S.)Adem’i Serendib’e; Havvâ’yı da Cidde’ye indirdi.

Melekler Adem (A.S.)’ı gördüler. Çıplak dolaşırdı.

Onu esirgediler ve:

Ey Rabbim! Ademi utandırma! dediler. Adem (A.S.) Cennetten çıktıktan sonra ellerini başının üzerine koyup gözlerinden akan yaş yanaklarından akardı. Bazı melekler Adem (A.S.)’ı kınadılar. Hak Teâlanın (A.S.)’a verdiği nimetlerden ve ahdinden bahsettiler.

Adem (A.S.):

Allah’ın takdiri böyle idi ki beni yere indirdi, dedi,

Hak Teâla Adem (A.S.) a:

— Ben şöyle takdir ettim ki, tövbe olmayınca asîleri kabul etmem. Seni topraktan yarattım. Hiç bir melek, şekil ve mükemmellikte sana benzemez. Ruhumdan sana ruh üfledim. Melekleri sana secde ettirdim. Havvâyı sana verdim. Sana bütün isimleri öğrettim. Meleklerime seni hatip kıldım, Nihâyet sen benim ahdimi unuttun ve Şeytana uydun, buyurdu.

Adem (A.S.):

Ey Rabbim! Bu nimetlerin hepsini sen verdin. Ben senin şükründen ve verdiklerini dile getirmekten acizim. Ey Rabbim! Beni Muhammed muhabbeti için esirge. Zira bütün mevcudatı onun için yarattın, dedi.

Hak Teâla:

Ey Adem! Muhammed kimdir? Sen ne bilirsin? buyurdu.

Adem (A.S ):

Cennetin her yerinde: (Lâilâhe illellâh Muhammedün Rasûlûllâh) kelimesinin yazılmış olduğunu gördüm. Onun ismini Arşda ve Levh-i Mahfuzda yazılı gördüm. Bunlardan anladım ki, sana ondan daha sevgili kul yoktur, dedi.

Hak Teâla:

Ey Adem! Eğer (Besmele) ile başlarsan, mescidleri sana mesken kıldım. Yiyeceklerimi sana helâl kıldım. Yeryüzünde senin için sular akıttım. Ye, iç! Benim zikrimle meşgul ol! buyurdu.

Adem (A.S.):

Ey Rabbim! Fazlalaştır, dedi.

Hak Teâla:

Bir hayırına on veririm. Bir şerrine de bir yazarım buyurdu.

Adem (A.S.):

Ey Rabbim! Fazlalaştır, dedi.

Hak Teâla.

Tövbeni kabul ettim, buyurdu.

Adem (A.S.):

Ey Rabbim! Fazlalaştır, dedi.

Hak Teâla:

Seni ve çocuklarını yarlığarım, buyurdu.

Adem (A.S.):

Ey Rabbim! İşim tamam oldu dedi.

Ondan sonra İblis (Lanet olsun):

Ey Rabbim! Böyle olmak senin ilminde vardı. Şimdi bana da kıyamete kadar fırsat ver, dedi.

Hak Teâla:

Emân (fırsat) verdim. Ne gerekse işle! buyurdu.

İblis:

Ey Rabbim! Beni yeryüzüne indiriyorsun. Hani bana mesken? dedi.

Hak Teâla:

Mezbelelikleri sana mesken kıldım, buyurdu.

İblis:

Ey Rabbim! Onlara Peygamberler ve kitaplar verdin. Bana da kitap gerek, dedi.

Hak Teâla:

Boş ve lüzumsuz şiir ve hicivleri sana Kitap olarak verdim, buyurdu.

İblis:

Hani benim Peygamberlerim? dedi.

Hak Teâla:

Cadılar ve kâhinler senin peygamberlerindir, buyurdu.

İblis:

Hani benim evim? dedi.

Hak Teâla:

Hamam senin evindir, buyurdu.

İblîs:

Hani benim müezzinlerim? dedi.

Hak Teâla.

Saksağanlar sana müezzin olsunlar, buyurdu.

İblîs:

Hani benim yiyeceğim? dedi.

Hak Teâla:

Benim adımla başlanmayan taam senin yiyeceğin olsun, buyurdu.

İblis:

Hani benim şarabım? dedi.

Allahü Teâla:

Sarhoş eden her şey senin şarabın olsun, buyurdu.

İblis:

Hani benim meclisim? dedi.

Hak Teâla:

Sokaklar, çarşılar ve pazarlar senin meclisin olsun, buyurdu.

İblis:

Ey Rabbim! Hani benim işaretim? dedi.

Hak Teâla:

Benim lanetim ve gazabım senin üzerine olsun, buyurdu. Ve onu on şeye müptelâ kıldı:

1) Huzurundan kovdu.

2) Cennetten çıkardı.

3) Sûretini değiştirdi.

4) İsmini değiştirdi.

5) Câhillere imam kıldı.

6) Ona lânet etti.

7) Ma’rifetinden mahrum etti.

8) Tövbesini aslâ kabul etmedi.

9) Rahmetinden mahrum kıldı.

10) Cehennem halkının hâtibi yaptı.

Adem (A.S.):

— Ey Rabbim! İblîs’e kıyamete kadar fırsat verdin. Sana evlâtlarımı azdırmak için and verdi. Ben onun hilesinden emin olamam, dedi.

Hak Teâla:

Ey Adem! Ben sana üç şey verdim ki, bütün âlem seni azdıramaz, buyurdu.

1) Benim için banâ ibâdet et ve bana şirk koşma.

2) İşlediğin her hayır için yerine on veririm. Eğer günah işlersen bir yerine bir yazarım. Eğer istiğfar edersen kabûl edip yarlığarım. Nitekim Hak Teâla buyurur:

«İşte ben muhakkak yakınımdır. Bana duâ edince ben o duâ edenin dâvetine icâbet ederim…» (Bakara Suresi,  âyet:186.)

İblis Adem (A.S.)’ı gene kıskandı ve:

Ey Rabbim! Öyle olunca ben onun çocuklarını nasıl aldatayım? dedi.

Hak Teâla:

Damarlarında ve göğüslerinde yer bul ve dilediğin şekilde onları aldat, buyurdu.

İblîs:

Ey Rabbim! Beni yere mi indiriyorsun? dedi.

Hak Teâla.

Benden ümidini kesenleri Cehenneme indiririm, dedi ve:

«Yemin ederim ki, onlardan kim sana uyarsa Cehennemi bütün sizden dolduracağım» buyurdu. (A’râf Sûresi, âyet: 18.)

Hz. Adem (A.S.):

Ey Rabbim! Yılan benim düşmanıma yardım etti, ben onunla dünyâda ne ederim? dedi.

Hak Teâla:

Ey Adem! Onun yerini yerin altı ve yiyeceğini toprak kıldım. Dışarda gördüğün zaman başını parçala! buyurdu.

Hak Teâla Tavûs’a da:

Seni sularda eğleştirdim ve rızkını da yerden verdim, buyurdu.

Hz. Havvâ:

Ey Rabbim! Beni eğri kemikten yarattın. Aklımı, dinimi, tanıklığımı ve mirasımı eksik kıldın. Senden dilerim ki, erenlere verdiğin sevâptan bana da ver, dedi.

Hak Teâla:

— Ey Havvâ! Hayayı, merhameti ve anlaşmayı sana verdim. Kızların çocuk doğururken ölseler, onlara şehitlik mertebesi verdim, buyurdu.

Ondan sonra Hak Teâla Ademi tövbe kapısından Hindistandaki Serendibe indirdi. Hz. Havva’yı Rahmet kapısından Ciddeye indirdi. İblîs’i de lânet kapısından çöllere bıraktı. Yılanı Azab kapısından çıkarıp çöllere bıraktı. Yılanı Azab kapısından çıkarıp İsfehân memleketine sürdü. Bunların Cennetten çıkması ikindi vaktinde oldu.

Hz. Adem ayağa kalktığı zaman başı göklere varırdı ve meleklerin zikrini işitirdi. Sonra sakalı çıktı. Önce genç oğlandı. Bundan sonra Adem (A.S.) meleklerin sesini işitmez oldu, son derece yalnızlık çekti ve:

Ey Rabbim! Ne oldu ki, meleklerin sesini işitmez oldum? dedi.

Hak Teâla:

Hatâ işledin, araya perde çekildi ve onların sesini duymaz oldun, buyurdu.

Müfessirler şöyle derler:

— Adem (A.S.) yeryüzüne indiği zaman Hak Teâla, göklere yere ve dağlara emânet arz etti: «Bu emâneti içindeki ile taşır mısınız? diye buyurdu.

Onlar:

Ey Rabbîm! İçindeki nedir? dedi.

Hak Teâla:

Eğer bana itaatli olursanız sevap bulursunuz ve eğer âsî olursanız azâb’a uğrarsınız, buyurdu.

Onlar:

Ey Rabbim! Biz sana itaatliyiz. Fakat bize ne sevâb ve ne de azab gerek dediler.

Allah’ın bunlara emaneti teklif etmesinden gaye imtihan etmektir. Ondan sonra Allah Teâla emâneti Adem (A.S.)’a teklif etti.

Bagavî, tefsirinde şöyle der:

— O emânet dört köşeli bir taş idi. Hak Teâla onu göklere, yere ve dağlara arz etti. Kimsenin gücü yetmedi. Fakat Adem (A.S.) kimse buyurmadan o taşı aldı ve getirdi. Yere koymak istedi. Allah Teâla hazretleri:

Ey Adem! Yerinde dursun. Senin ve evlâdlarının Kıyamete kadar boynunda kalsın, buyurdu.

İmam Muhammed Şehristanî Tefsîr-i Kebîrinde,

Tevrât’dan şu nakilde bulundu:

İblîs (Allah’ın laneti üzerine olsun).

Hak Teâla benim ve mahlûkatın ilâhıdır. Ve her şeye kadirdir.

Nitekim Hak Teâla şöyle buyurur:

«(Fakat) Allah ne dilerse yaratır» (Âli İm ran Sûresi, ayet: 47.)

«O, yapacağından mes’ûl olmaz, fakat onlar mes’ûl olurlar» (Enbiyâ Sûresi, âyet: 23.)

Fakat hikmet iktizasınca benden Hak Teâla tarafına yedi suâl yönelmiştir:

1) Hak Teâla her şeyi bilir. Benden ne geleceğini bilirdi. Öyle ise beni niçin yarattı ve yaratmaktan hikmeti nedir?

2) Ezelî ilminde nasıl ise beni öyle yarattı ve bana kendini tanımayı ve itaat etmeyi teklif etti. İbâdet edersen faydan yok, isyan edersem zararı yok olduğuna göre, bana teklifindeki hikmet nedir?

3) Bana ibâdeti teklif etti, Adem (A.S.)’a secde etmemi emretti. Niçin benim ibâdetimi çoğaltmadı ki, Adem (A.S.)’a secde edeyim?

4) Beni, sözümle lânet etti. Ben: «Senden başkasına secde etmem» dedim. Beni bu sözümden dolayı red etmesindeki hikmet nedir?

5) Bana lanet ettiği halde beni niçin Adem ile Cennette buluşturdu? Ben onu mağrur ettim, o da o yasak ağacın meyvesinden yedi. Eğer beni Cennetten men etse idi Adem Cennette ebedi kalırdı. Bundan hikmet nedir?

6) Beni Adem ile düşman etti. Niçin oğullarına da musallat etti. Eğer onları ibâdet ve mağfiret üzerine yaratsa idi iyi olmaz mı idi. Bundaki hikmet nedir?

7) Hak Teâla bunların hepsini kendi takdiri ile işledi ve:

Bana kıyamete kadar fırsat ver, halkı kötülüğe ve fitneye götüreyim dedim, bana imkân verdi. Eğer beni ortadan kaldırsa idi bütün âlem hayır üzerine olurdu. Bundan hikmet nedir?Hak Teâla meleklere şöyle buyurdu:

— Gidin İblis’e: «Senin söylediğin şey Hakka teslim olmadığın için oldu, diye söyleyin» Ben onun ve bütün mahlûkatın Hâlikiyim. Bana karşı böyle mi davranır? Bana hükmetmek ve emrime itiraz etmek küfürdür.

Hz. Vehb bin Münebbih (R.A.) şöyle der:

— Hak Teâla Adem’i yaratınca onu yeryüzüne indirdi. Adem (A.S.) mahzun olup ağlardı. Hak Teâla:

Ey Adem! Niçin ağlarsın? buyurdu.

Adem (A.S.):

Hatam beni kapladı. İsyanım büyüktür. Saadet evinden meşakkat evine, Rahmet evinden mihnet evine, karar evinden zevâl evine ve Beka evinden fenâ evine geldim. Hatam için neden ağlamayayım? dedi.

Hak Teâla:

Ey Adem! Ben seni kendim için seçtim. Cenneti sana helâl kıldım. Ruhumu sana üfledim. Meleklerimi sana secde ettirdim. Benim emrime âsî oldun. Ahdimi unuttun. Şanım hakkı için, eğer bütün yeryüzü insanla dolu olsa ve bana ibâdet etseler, sonra da bana âsî olsalar, hepsini asî olanların seviyesine indiririm, buyurdu.

Adem (A.S.) bunu işitince üç yüz yıl ağladı.

İbni Abbâs (R.A.) şöyle demiştir:

Adem (A.S.) ve Hz. Havvâ, Cennetten çıktıktan sonra kırk yıl bir şey yemediler. Hayalarından göklere dahi bakmadılar. Eğer bütün âlemlerdeki göz yaşlarını toplasalar, Davûd Peygamberin göz yaşı ondan çok olurdu. O hatasından dolayı ağlamıştı. Davûd Peygamberin göz yaşı ile bütün halkın göz yaşlarını toplasalar, Adem (A.S.)’ın göz yaşı fazla olurdu.

Nakledildiğine göre Adem (A.S.) Cennetten çıktıktan sonra karnı acıktı. Cebrâil (A.S.) Cennetten buğday getirdi ve Ademe ekip biçmesini öğretti. Adem (A.S.) onu öküz, ile ekti. Buğday bitti ve olgunlaştı. Adem onu öğütüp eledi. Kepeğinden arpa bitti. Bir fırın yaptı. On[1]da pişirdi ve yediler. Ondan sonra su istedi. Cebrâil (A.S.):

— Adem! Yeri kaz! dedi. Kazdı. Su çıktı, içtiler. Adem (A.S.) yorulduğunu anladı. Hak Teâla bir melek gönderdi. O melek Adem ile Havvâ’nın su yolunu deldi. Daha önce yiyecek çıkarılacak bir yer yoktu. Evvelâ öküzün gözünden darı bitti. Öküz kaşındı nohut bitti. Kurusundan mercimek bitti.

Nakledildiğine göre bir gün Adem ile İblîs yeryüzünde buluştular. İblis Adem (A.S.)’a sitem etti.

Adem (A.S.):

Ey mel’un! Beni mağrur ettin, o ağaçtan yedim. Beni cennetten çıkardın. Ben ne yaptımsa senin sözünle yaptım, dedi.

İblîs ağladı ve:

Ey Adem! Sana bu işi ben yaptım ve bu yere seni ben getirdim. Peki bana kim yaptı? dedi.

…….

Kaynak : Envâru’l-Âşıkîn (Âşıkların Nurları)

Âdem Aleyhisselâm’ın Toprağının Yeryüzünden Alınması

 

Reklam

Hz.İbrahim(A.S.)’in Rüyası ve Kurban Kıssası

             İbadet bitince, bir ara uyku bastırıyor.

           Ve bir rüya : Hazret-i İsmail… yanında bir melek… Hz.İbrahim, meleğe bakıyor, ama konuşmuyor, susuyor. İçinde sanki bir endişe var. Melek :

            -Ya İbrahim, diyor. Ben Allah’ın elçisiyim. Sana, Rabbimin emrini tebliğ ediyorum : Kalk, bu oğlunu kurban et! …

            Hazret-i İbrahim, titreyerek uyanmıştır.

            Düşünüyor.

            Bu bir rüya, fakat Rahmani mi, şeytani mi? Bir karar veremiyor.

            Aynı gece, sabaha karşı, yine bir rüya yine aynı Melek, yine tebliğ :

            -Ya İbrahim, Rabbin emrediyor; oğlunu kurban et!

            Allah Resulü, yine telaşla uyanmıştır. Yine mütereddit.

            Yine kendi kendine soruyor :

            -Bu rüya Rahmani mi, şeytani mi?

            Ertesi gece, yine aynı şekilde bir rüya ve emir :

            -Ya İbrahim, oğlunu Allah için kurban et ve sözünü yerine getir. Rabbin, sana bunu emretti. Rabbin sana bunu emretti. Rabbin sana günah işlemeği emretmez. Taatı, emreder.

            Allah Resulü uyanmıştır. Gördüğü rüyanın Rahmani ve doğru rüya olduğuna tamamen kanaat getiriyor.

            Evet, ahdi vardı. Bir oğlu olursa, onu, Allah’a kurban edeceğine söz vermişti. O bu ahdini unutmuş değildi. Her gün aklında idi. Fakat babalık sevgisi, her gün bir parça ona bu ahdini geciktiriyordu. Bu gecikme, artık daha fazla uzayamazdı. Çünkü ilahi hatırlatma sadır oldu. Kurban :

            Allah için kurban !

            On yaşındaki oğlu kurban etmek…

            Muhabbet sarayının sultanı evlad, kurban edilecek.

            …..

            Emir : Allah’tan.

            İtaat : Halilullah’tan.

            Allah’ın Halili, zevcesi Hazret-i Hacer’e :

          –  Ey benim sevgili oğlumun anası, diyor. İsmail’i güzelce yıka, sonra güzel kokular sür, bir dostu ziyarete gideceğiz.

           Hz. Hacer, büyük hadiseden habersiz, Allah Resulünün emrini yerine getiriyor : Nurlu çocuk, anasının ihtimamlı ellerine yıkanmış, güzel kokulara bulanmış, misk gibi kokmaktadır.

            Hz. Hacer, biricik oğlunu kocasına gösteriyor :

            – İsmail hazır!

            Hz.İbrahim, sevgili oğluna :

          – Yanına bir bıçak birde ip al, diyor.

          Hz. Hacer soruyor :

          – Bıçakla ipi ne yapacaksın?

Allah Resulü titriyor. Fakat belli etmek istemiyor.

Nasıl belli eder?

Nasıl söyler?

Nasıl :

– İsmail’i keseceğim, kurban edeceğim, diyebilir?

Diyemiyor.

–          Belki çiftliğe uğrarız, Allah rızası için bir koç kurban ederiz.

Ah bir koç!

Allah rızası için kurban edilecek olan en güzel koç!

Güzel evlat :

Nurlu ciğerpare.

Allah’ın Halili olmak kolay mı?

Allah’a söz vermek kolay mı?

Allah’ın emrinden çıkmamak, kolay mı?

Allah’ın Resulü önce, Hz.İsmail arkada, belinde ip, elinde bıçak evden çıkıyorlar.

Hz.Hacer, arkalarından bakıyor. Baba oğul, ne de güzel yürüyorlar. Birbirlerine ne kadar da benziyorlar. Allah, ne büyük nimet ihsan etti. Çok ıstırap çektiler ama, şimdi ne kadar mes’ut hissediyor kendisini. Onlara, arkalarından sesleniyor :

–          Çabuk gelin kuzum, beni merakta bırakmayın.

          Her ananın söylemeye alışmış olduğu söz : merak…

            Fakat bilmiyor.

            Bilse ki, bu gidişte en büyük merak gizli?

            Bilse ki, bu gidişten maksat, dönmemektir.

            Bilse ki, can paresi, kurban edilmeğe götürülüyor…

            Çıldırır.

            Hz.İbrahim ile nurlu çocuk konuşarak, şehrin dışına çıkmışlardır. Hz.İsmail soruyor :

            -Babacığım, nereye gidiyoruz?

            -Büyük bir dosta oğlum.

            -Onun evi nerededir?

            Allah Resulü yine titriyor.

Ne yapmalı ne demeli?

Büyük hakikat, biraz sonra belli olacak, alıştırmak lazım :

– Oğlum, diyor, O büyük dost; evden, mekandan münezzehtir. Yerler, gökler onun mülküdür.

– Babacığım, O dost bizimle oturup yemek yer mi?

– Hayır oğlum, O, yemekten, içmekten de münezzehtir.

Nurlu çocuk, susuyor.

                        İBLİS TELAŞTA!

Baba – oğul konuşmadan yürüyorlar.

Yürüye yürüye, Beşir dağının eteklerine gelmişlerdir. Şimdi dağa tırmanıyorlar.

Dağ sallanıyor.

Zangır, zangır dağ titriyor.

Ve dile geliyor.

– Ya Rab, bu ne gündür ki, bir Peygamber, kendi oğlunu, kendi eli ile benim üzerimde öldürecek.

Nur yüzlü çocuk şaşırmıştır. Babasına soruyor :

– Babacığım, ne oluyor? Dağ niçin sallanıyor?

Allah Resulü, tam bir tevekkülle cevap veriyor :

– Allah kadirdir ; istediğini yapar.

Yine baba oğul susuyorlar.

Yola devam.

İblis telaşta. Mel’unun asıl vazifesi, şu anda : Allah’a muti(itaat eden) insanı, azdırmak. Caydırmak için elinden geleni yapacak.

Kendi kendine :

–          Eğer, diyor, bu fırsattan istifade edemezsem yazık bana.

Ve Hz. Hacer’e koşuyor; bir ihtiyar kıyafetindedir. O’na soruyor :

–          İsmail’i babası nereye götürdü?

–          Bir dost ziyaretine beraber gittiler.

–          Hayır, babası, onu kesmeğe götürdü.

–          Baba avladını keser mi?

–          Zannederim ki, Allah’tan emir aldı…

–          O zaman mesele yok. Biz Allah’ın emrine uyarız.

Olmadı.

Şeytan, imanlı kadını azdıramadı.

Koşarak, baba ile oğlun yanına geliyor.

Allah Resulü önde, nurlu çocuk arkada, dağın son yokuşlarına tırmanmaktadırlar.

İblis, aynı ihtiyar kıyafeti ile Hz.İsmail’in yanına yanaşıyor, yavaşça :

– Oğlum, diyor biliyor musun, baban seni nereye götürüyor?

Nurlu çocuk, gayet müsterih, cevap veriyor :

–          Büyük bir dosta.

–          Bilmiyorsun, seni öldürmeğe götürüyor

–          Sen hiç gördün mü ki, bir baba, oğlunu öldürmüş olsun?

–          Ama, bunu Allah, babana emretmiş.

–          O zaman olur. Biz Allah’ın emrine mutîiz.

Yine olmadı. Şeytan, yine telaşta… Muvaffak olamıyor. Bu defa nurlu çocuğun yanından hızla ileriye fırlıyor, Hz.İbrahim’in yanına sokuluyor:

– Ya İbrahim, diyor, dikkat et, yanlış yoldasın, gördüğün rüya, şeytanın işidir. Şeytan, rüyanda sana, oğlunu kurban etmeni söyledi. Sakın bu işi yapma, Allah’a âsi olursun.

Halilullah, şeytanı tanımıştır.

-Ey Allah’ın düşmanı, diyor. Senin mel’anetinle, Allah’ın emrine yerine getirmeyeceğimi mi sanıyorsun? Defol şuradan!

Şeytan, sırra kadem basmıştır.

Baba – oğul da dağın tepesine varmışlardır.

Fakat, şeytan; şeytandır, İblis, mel’undur. Gizlendiği dağın içinden gûya dağ konuşuyormuş gibi, sesleniyor :

–          Ya İsmail ben Beşir Dağı, sana sesleniyorum : Şimdi burada, senin kanın dökülecek, senin mezarın benim toğrağım olacak.

Nurlu çocuk etrafına bakınıyor. Sonra, babasına telaşla soruyor.

–          Bu ne demek babacığım?

Allah Resulünün hüznü, oğlunun saf, temiz telaş ve heyecanla büsbütün artmış, kalbinden kopan babalık şefkatinin yaşları, gözlerine kadar dolmuştur. Kendisini zaptederek :

– Bu; şeytan, oğlum, şeytan bu! Diyor ve ağlamamak, gözlerinde biriken yaşları yağmur gibi akıtmamak için, susuyor, başını öbür tarafa çeviriyor.

Dağın tepesindeler.

Baba – oğul konuşmadan duruyorlar.

Allah’ın dağı.

Kimsecikler yok

Dağın ortasında, Allah’ın emrine mûti, Allah’ın büyük peygamberi, Allah’ın Halîli. Bir de, onun ciğerpâresi ve Allah’ın Habibi Hz.Muhammed’in(S.A.V.) nurunu alnında taşıyan mübarek çocuk.

Büyük şefkat… büyük sevgi… Biricik evlat… Allah’a verilen söz… Allah’ın, bu sözü hatırlatışı ve emri… Arkada hadiseden habersiz zavallı ana… Karşıda bıçak… Dağın içinde gizlenen şeytan… Ve her şeyi bilen, gören, Hâzır ve Nâzır Allah.

                                   EMİR ALLAH’TAN!

 Yâ Rab ne büyük an… Ne büyük imtihan…

Resul; Mutî.

Kurbanlık; Mâsum.

Gökte melekler ağlıyor:

–  Sübhanallah, diyorlar, bir Peygamber, bir Peygamberi boğazlayacak!…

Hazret-i  İbrahim, birden bire oğlunu kolundan tuttu. Yanına çekti:

– Elindeki bıçağı ve belindeki ipi bana ver!

Nûrlu çocuk, babasının dediğini yapmıştır.

Hazret-i İbrahim, bıçağı ve ipi bir kenara koparıyor. Sonra oğlunu kucaklıyor.

Nûrlu çocuk şaşırmıştır.

Allah Resulü, durmadan ağlıyor, kendisini zaptedemiyor.

Hazret-i İsmail soruyor:

– Babacığım, niçin ağlıyorsun?

Şu an; artık büyük sırrın meydana konacağı andır. Daha fazla beklemeğe, gizlemeğe vakit müsait değil.

Hazret-i İbrahim, oğluna büyük hakikati söylüyor:

– Evlâdım, oğlum, diyor, seni boğazladığımı, rüyamda gördüm, sen ne dersin? Allah’ın emrine itaat eder misin?…

Bu da bir imtihan. Allah’ın Resulü oğlunu imtihan ediyor…

Bakalım sabredecek mi?… İster sabretsin, ister etmesin, Allah Resulü, Allah’ın emrini yerine getirecek ama, her baba, kendisinde olan bir vasfı, bir meziyeti, evlâdında da görmek ister.

Hazret-i İbrahim, Allah’ın emrine mutî, oğlunda da bu meziyeti görmek istiyor.

Nûrlu çocuk soruyor:

– Babacığım, beni kesmeni Allah sana emretti mi?…

– Evet oğlum, Allah emretti, çünkü ben, Allah’a söz vermiştim: Yâ Rabbî, demiştim, bana bir erkek evlâd ver, bir defa tadını tadayım, sonra onu, sana kurban etmeği vaad ediyorum. Cenab-ı Hak da, seni bana verdi. Gerçi ben, Allah’a karşı olan vaadimi bugüne kadar hiç unutmadım. Ama, babalık şefkatiyle, hep geciktirdim. Nihayet Cenab-ı Hak bana sözümü hatırlattı ve seni kurban etmemi emretti. Ben; Allah’ın emrini yerine getirmeğe mecburum.

Nûrlu çocuğun yüzü gülüyor.

O kadar sevinmiştir ki…

Hazret-i İbrahim, taaccüple:

– Oğlum, diyor, bu sevinç ne? Ben sana, kesileceğini haber veriyorum, sen ise sevincinden divâneye dönüyorsun?

Hazret-i İsmail, memnun ve mes’ut cevap veriyor:

– Babacığım, diyor, nasıl sevinmeyim ki, benim murâdım, dostun rızası üzere, dostla mülâkattır. Ancak Rabbimin rızası beni rahmetinin civarına ve Cennetine idhal eder. Babacığım, sen emir edileni yap, inşallah beni, sabredicilerden bulursun. Fakat; anamın yanından ayrıldığımız zaman, niçin bunu bana söylemedin babacığım? Anamla da helâlleşirdim?

Hazret-i İbrahim’in kalbi, yerinden fırlayacak gibidir.

Babalık şefkatinin müthiş acısından başka, bir de oğlunun ana hasreti ızdırabı, bağrını yakıyor. Ve gözlerindeki yaşlar boşalıyor:

-Oğlum, evlâdım, diyor. Söyleyemedim, korktum. Sen, yahut anan razı olmazsınız da, ben Allah’ın emrini yerine getiremem, diye korktum.

– Korkma, babacığım, korkma. Ben sana nasıl isyan ederim, Allah’ın emrini yerine getirmene nasıl mâni olurum? Senin gibi bir babanın hakkını edâ etmek, en büyük saadettir. Bilhassa Allah’ın emri ve rızası olursa.

Hz. İbrahimin gözlerinden mütemadiyen yaşlar akmaktadır.

Allah’ın Halili, Allah’ın emrine yerine getirmenin, kendisine güç getirmesinden ağlamıyor. Oğluna kıyamadığı için ağlıyor.

Resûlullah Efendimizin, oğlu İbrahim ölünce, mübarek gözlerinden yaşlar akmıştır. Hz. Ebubekir Efendimiz :

– Ya Resûlullah, demişti. Siz bizleri Allah’ın emri olan ölüm karşısında ağlamaktan menettiniz, <<sabredin>> buyurdunuz, niçin sizin gözlerinizden yaş geliyor?

Efendimiz(S.A.V) :

– Gönül mahzûn olur, gözden yaş akar. Bu, şefkatten ileri gelir. İnsanın elinde değildir. Ben sizi, sesle ve feryadla ağlamaktan menederim.

 GÖMLEĞİMİ ANAM KOKLASIN!

İşte şimdi, Hz.İbrahim’şn akıttığı göz yaşı da, mahzûn gönlünün eseri, babalık şefkatinden ileri geliyor. Hz.İsmail :

–   Ağlama babacığım, diyor, ağlama. Oğul feda etmek senden can fedâ etmek benden. İşini çabuk gör, çünkü, benim canım, büyük dostun yüzünü görmekle isticâl ediyor. Babacığım, Nemrûd seni ateşe attığı zaman, sen sabrettin de, Allah senden râzı oldu. Ben de, Allah için boğazlanmağa râzı olayım ki, inşallah, Cenab-ı Hak, benden de râzı olur. Gerçi senden ayrılacağım ama, Rabbıma kavuşacağım. Dünya nimetlerinden mahrum kalacağım ama, Cennet nimetlerine nâil olacağım. Benim için sakın mahzûn olma, bil ki, can acısı bir an içindir. Fakat, ben seni düşünüyorum. Çünkü sen, ömrünün sonuna kadar evlâd acısına sabra ve tahammüle mecbursun. Müsaade eder misin babacığım, bazı ricalarım var, söyleyeyim.

–  Söyle benim gözümün nûru.

– Evvela, iple elimi ayağımı, iyice bağla ki can acısı ile senin işini zorlaştırmıyayım. Elbisenin eteklerini kaldır, kanım sıçrayıp üzerine bulaşmasın. Bıcağı iyice bile ki, ben ruhumu çabuk teslim edeyim. Senin de işin kolay olsun. Beni keserken, yüzüme bakma, belki babalık şefkatin işine mani olur. Sırtımdan gömleğimi çıkar, sonra beni boğazla, temiz gömleğimi anama götür, benden selam söyle, gömleğimi koklasın, benim kokumu alsın, ağlamasın. Onu teselli et. De ki : Şefaatçın senden evvel Cenab-ı Rabbi İzzete gitti. Allah’tan seni ister. Başka şey istemez, memûldür ki, Cenab-ı Hak, onun bu arzusunu reddetmez.

Hz. İbrahim mahzûn mahzûn çiğerpâresine bakarak :

– Ey benim oğlum, diyor, Allah’ın emrini yerine getirmekte sen ne güzel yardımcısın.

 Sonra, ellerini göklere açıyor ve yalvarıyor :

– Ya Rabbi, benim zaafıma ve ihtiyarlığıma merhamet et. Ya Rabbi, benim günahlarım yüzünden, bana merhamet etmezsen, bâri bu mâsum yavruya rahmeyle!

Nûrlu çocuk ellerini göklere açıyor :

-Ey büyük Allahım, diyor, bana, bu büyük emre sabretmemi nasip et…

Ve duruyor, dalmıştır. Gözleri, ufuklarda sanki bir şeyle görmekte…

Sonra babasına dönüyor…

– Babacığım, diyor, bak, bak! Göklerin kapıları açıldı. Bütün Melekler bizi seyrediyorlar. İşte hepsi de hayretlerinden Cenab-ı Hakka karşı secdeye kapandılar : << Ya Rab, diyorlar, bir Peygamber elinde bıçak, Senin rızan için oğlunu kurban etmek üzere, onun baş ucunda bekliyor. Sen bunlara merhamet nazarınla bak Ya Erhamerrâhimin.>>

Sabırlı çocuğun bu sözleri, gamlı babanın ıztırabını büsbütün artırmıştır. Hz.İbrahim, gözlerini elleriyle kapatıyor ve tekrar ağlıyor.

….

Nurlu çocuk :

– Ne duruyorsun, babacığım diyor. Allah’ın emrettiğini yerine getir, Allah’a muhabbete, tevakkuf olmaz.

Hz. İbrahim elemli, elemli :

– Oğul, diyor, sen kesmenin zorluğunu bilmiyorsun, acele etme!

Hz.İsmail gülüyor :

– Babacığım, diyor. Sen benim şu anda gördüğümü görsen, benim yerime kurban edilmeni isterdin.

– Ne görüyorsun yavrum?

– Gördüğüm şu babacığım : Bütün melekler sana bakıyor. Rabbım da bana. Ben istiyorum ki, çarçabuk, şu anda Rabbımın bakışları karşısında, canımı fedâ edeyim.

Hz.İbrahim susuyor.

Birden bire bıçağı eline aldı. Beraber getirdiği bileği taşında güzelce biledi.

Bıçak ustura gibi.

Şöyle bir yokladı : Mükemmel… Filin kellesini bile, bir vuruşta uçurur.

Oğlunu kolundan tuttu, yere yatırdı. Elini ayağını iple bağladı.

 BABACIĞIM ACELE ET!

Mübarek kurban, sağ tarafına yatmıştır, boynu bükük, bekliyor.

Hz.İbrahimin sağ elinde bıçak sol elinde oğlunun toğrağa yaslanmış başı…

Allah Resulü :

– Ya Rab, diyor, bu benim oğlum, kalbimin zineti, gözümün nûru. Şu  cânımın pâresini kurban etmeği bana emrettin, ben de hâlis niyetle ve sadakatla Sana kurban ediyorum ve Sana hamd ediyorum. Ya Rabbî, canımın cânını kurban ederken bana kolaylık ihsan et, sabır ver. Bismillâh…

            Allah Resulü, keskin bıçağı, nûrlu çocuğun boğazına dayadı, onun sâkin haline son bir göz attı, vedâ ediyor :

            – Şimdilik, kıyâmete kadar sana vedâ ediyorum ey benim canımın canı. İnşallah kıyâmette buluşuruz.

            Nur yüzlü çocuğun sabrı tükenmiştir :

            – Babacığım, diyor, bırak vedayı şimdi, emri Hakkı yerine getirmekte acele et, gecikiyorsun. Allah’a güç gelmesin diye korkuyorum.

            Hz.İbrahim, artık Allah’ın emrini yerine getirmekte acele ediyor.

            Tekrar :

            – Bismillah… der demez, Hz. İsmail :

            – Dur babacığım, diyor, bir saniye dur…

            Hz.İbrahim, keskin bıçağı oğlunun boğazına vuracağı sırada, olduğu gibi kalmış ve durmuştur.

            Hz.İsmail :

     -Babacığım, diyor, elimi ayağımı çöz, Melekler bize bakıyorlar. İstiyorum ki, onlar da, benim kendi arzum ile kurban edilmeğe razı olduğumu görsünler.

           NUR VE BIÇAK!

            Hz. İbrahim, hiç cevap vermeden oğlunun, elini, ayağını derhal serbest bıraktıktan sonra, aynı vaziyette kıpırdamadan yatan kurbanın başını tekrar sol eli ile tutmuş, sağ eli ile de körpe boynuna :

            – Bismillah! Diyerek bıçağı bütün kuvveti ile indireceği sırada, eli titremiştir.

            Yapamıyor, gözünden damlayan bir damla yaş çocuğun yanağını ıslatıyor.

            Hz.İsmail :

            -Babacığım, diyor yüzümü ört ki, görmeyesin, babalık şefkatin işine mani olmasın, elin titremesin.

            Hz.İbrahim bir bezle oğlunun yüzünü örtüyor.

            Bu sırada kalbine İlahi hitap :

            – Ya İbrahim! Evlâd muhabbeti mi, seni kusura sevkediyor?

            Hz.İbrahim, bu edaf ilahi haşyetle titriyor, artık kalbinde, yalnız Allah sevgisi var. Başka muahbbet kalmamıştır.

            – Bismillah! Der demez, kıldan ince, kılıçtan keskin bıçak, nurlu çocuğun boynuna inivermiştir.

            Aaaa, bu ne?

            Bıçak, geri tepti ve kesmedi.

            Allah Resulü şaşırmıştır.

            Nurlu çocuk :

– Ne yapıyorsun babacığım? Diyor, yavaş alıyorsun.

Hz.İbrahim :

-Hayır, diyor, hayır oğlum! Bıçak kesmiyor.

-Gayet kuvvetli vur babacığım.

Hz.İbrahim, yine bütün kuvveti ile, keskin bıçağı oğlunun boynuna indiriyor.

Fakat hayır, bıça yine tersine dönmüştür. Kesmiyor.

– Babacığım, hızlı çal boynuma bıçağı !

Hz.İbrahim, büsbütün üzgün ve hayretleriçindedir :

– Evladım, diyor, kesmiyor, bıçak kesmiyor!

Sonra, bıçağı yanında bulunan bir taşa çalıyor, taş iki parça olmuştur.

– Babacığım, bir kere daha bütün kuvvetinle bıçağı vur şah damarıma! Geç kalıyoruz.

Bıçak, peygamber kuvvetinin bütün azameti ile körpe kurbanın, güzel boynuna iniyor, fakat heyhat. Bıçak iki parça olmuştur. Ama, nûrlu çocuğun boynu, sapa sağlamdır. Hz. İbrahim, elinde kalan bıçağın yarısını hiddetle yere atıyor.

Bıçaktan ses :

– Ya İbrahim! Nemrûdun ateşi seni niçin yakmadı?

Allah Resulü sese cevap veriyor :

– Allah, ateşe << Yakma! >> dediği için.

– Ya İbrahim, Allah ateşe bir defa <<Yakma!>>  dedi, halbuki bana yetmiş defa <<Kesme!>> diye emir geldi. Bana sakın kızma.

Kaynak : Hz.İbrahim ve Nemrud Sh.210(Fazilet Neşriyat)

            Daha sonra Hitabı İzzet ile İbrahim A.S.’ın vazifesini yaptığı bildiriliyor. Akabinde Cebrail A.S. bir koç getiriyor ve İsmail A.S. yerine bu koç kurban ediliyor.

 HZ.İSMAİL(A.S) CENAB-I HAK’TAN NE İSTEDİ?

 Hz.İbrahim(A.S.)’ın on yaşındaki oğlu Hz.İsmail(A.S.)’ı kurban etme hadisesinde bıçak kesmeyip Cebrail Aleyhisselam oğlu yerine kurban etmesi için bir koç getirmişti.

 ***

Tam bu sırada, Hitab-ı Rabbi İzzet vaki oluyor! (Allahü Teala Hitab ediyor)

 – Ya İbrahim, benim uğruma kurban edilmeğe razı olan oğlun İsmail’e söyle, şu anda   benden ne dilerse istesin! 

Emir Allah’tan

Büyük lütuf ve ihsan zamanı

Ne isterse derhal verilecek.

Mülk sahibi, hazinesini açtı:

İste ne istersen  al.

Nurlu çocuk, ellerini göklere kaldırıyor ve istiyor: 

-Ya Rab, Senin varlığına ve birliğine iman eden her mü’min, günahı ne olursa olsun, bu imanla Sana gelirse, sen onu affet!…..

İlahi cevap:

-Kabul ettim.

Kainatın Efendisi, Allah’ın Habibi Hazret-i Muhammed Mustafa Sallallahü aleyhi ve sellem’in nurunu alnında taşıyanın istediğini gördünüz mü?

 Kendisi için bir şey istemiyor, mü’minler için istiyor. Her türlü ihsan hazinelerinin kendisine açıldığı anda, başkaları için talep. Bu hal, kainatının Efendisinin nurunun hasletidir. 

Kaynak : Hz.İbrahim ve Nemrud Sh.231(Fazilet Neşriyat)

 ****

            Acaba bizler vefa gösterebiliyor muyuz?

            Günde, haftada, ayda, yılda ve ömrümüzde hususi olarak kaç defa hatırlıyoruz, Salavat okuyoruz. Burada duanın nasıl olacağını da görüyoruz.

Gıyabında yapılan duâ kıymetlidir. Çünkü, Mü’minin, görmeden bir kardeşine yaptığı duâda riyâ ve menfaat yoktur. Fakat hazır olan kimseye yapılan duâda, gösteriş ve çıkar söz konusu olabilir. Bir arada olmayanların birbirlerine yaptıkları duâda yalnız Allah rızâsı gözetildiği için duâları makbûl olur.

Bir hadîs-i şerîfte, “Bir Müslümanın, din kardeşine gıyâbında yaptığı duâ kabûl olunur. Başucunda bir melek vardır. Kardeşine duâ yaptıkça, sana da o kadar der. O meleğin görevi budur” buyurulmuştur.

 ***

 Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver; ahirette de iyilik ver

Ve bizi cehennemin azabından koru.

Ey Rabbimiz! Beni, annemi babamı, ve bütün mü’minleri hesap görüleceği günde bağışla.