Kategori arşivi: MİZAH

:) KIYAMET KOPACAKSA

Hoca’ya bir oyun oynamak isteyen üç beş komşusu:
– Hocam derler, duyduk ki yarın kıyamet kopacakmış. Gel senin şu kuzuyu kesip yiyelim.
Söyleyene inanmadığı halde:
– Olur der hoca, dediğiniz olsun. Bir dere kenarında kızartır yeriz.
Güle oynaya derenin kenarına gelirler. Kuzu kızartılırken Hoca :
– Haydi der, ırmağa girip serinleyin biraz. Hava çok sıcak.
– Hay sağ olasın Hoca derler. Sen hele kuzuyu kızartıver.
Sonra soyunup ırmağa girerler neşeyle.
Onlar yıkanıp eğlenirken hoca hepsinin elbisesini
ateşe atıp bir güzel yakar.Adamlar dereden çıkıpda olanları anlayınca :
– Yahu hocam derler ne yaptın sen? Şimdi nasıl
döneceğiz köye?
– Bu kadar üzülmeyin canım der hoca gülerek.Nede olsa yarın kıyamet kopacak. Elbiseye ne gerek var..

Diğer mizâh yazıları için tıklayınız…

Reklam

:) YEMEĞİN BUĞUSU PARANIN SESi

Hoca Akşehir’de Kadılık vazifesini yürütürken karşısına iki adam çıkmış. Birisi öteden beri cimriliği ile tanınmış, bir aşçıdır. Öbürü ise boynu bükük bir fakir. Aşçı sözü almış:
– Hocam demiş, bu adamdan davacıyım ben. Dükkanın önünde kuru fasülye pişiriyordum. Tencerenin kenarından buğusu çıkıyordu yemeğin. Bu adam elinde bir somunla geldi. Kopardığı lokmaları yemeğin buğusuna tutup başladı atıştırmaya. Nihayet koca bir ekmeği bitirdi. Ondan fasülye buğusunun ücretini istedim, vermedi.

Hoca anlatılanları dikkatle dinledikten sonra fakire dönüp :
– Doğru mu bunlar? diye sorar.
– Evet, der fakir adam.
– Öyleyse para keseni çıkar bakalım.
Zavallı fakir, Kadı efendiye karşı gelemez. İçinde üç beş akçe bulunan kesesini hocaya uzatır.
Hoca bu sefer aşçıyı çağırır yanına. Keseyi kulağına yaklaştırarak şıngırdatmaya başlar. Sonra da :
– Haydi der aldın işte alacağını! Aşçı:

– Nasıl olur? diye şaşkınlığını belli eder. Paramı
vermediniz henüz.
Hoca cevap verir:
– Fazla uzatma der, yemeğin buğusunu satan, paranın da sesini alır elbet!…

 

Diğer mizah yazıları için tıklayınız…

Tabaktaki Et :)

Türkmen evine bir şıh misafir geldi, cübbeli sarıklı torba sakallı…

Buyur ettiler, köylülerle birlikte odaya aldılar, köylüler ne keramet edecek diye ağzının içine bakarken, şıh arada bir irkilir gibi yapıp “Hoşt” diyordu…
Köylüler bunun bir keramet olduğunu anladılar ama ne kerameti olduğunu anlayamadılar, merakla sordular: “Ya şıh hazretleri nedir arada hoşt dediğin?..”
Şıh:
“Bir köpek Kabe’nin duvarına işeyecek gibi niyetleniyor, onu görüyorum, tabii ki hoşt diye kovalıyorum…”
Köylülerin itikadı bir iken bin oldu…
Olanları kapının eşiğinden dinleyen evin hanım ağası sofrayı hazırladı, herkesin önüne üzerinde et olan pilav geldi…
Şıhın tabağında sadece pilav vardı…
Şıh bir süre etsiz tabağa baktıktan sonra, kapıda beliren hanım ağaya “Benim tabağımda et niye yok, bunun bir sebebi var mıdır ey hatun?” diye sordu…
Hanım ağa yaklaştı, tabağı ters çevirdi, onun etlerini pilavın altına koymuştu… Pilavın altında etlerin gözükmesiyle elindeki kepçeyi şıhın kafasına indirdi:
“Ulan deyyus tabağındaki eti göremedin de, Kabe’deki iti mi gördün?..”

Cennete Önce Kim Varır?

Mezarlıktan geçerken bir zenginin oğluna rastladım. Babasının mezarı başına oturmuş, bir fakire kibirlenip duruyordu:

“Babamın türbesi eşsiz İran çinileriyle kaplı, tabanı mermer döşeli, sandukası sedef işlemeli, kitabesi filanca hattatın eseridir.” Fakir genç, zengin arkadaşını tebessümle dinliyordu. Zenginin oğlu devam etti:

“Bir de senin babanın mezarına bakalım! Gelişigüzel sıralanmış üç beş kerpiç, mezara yığılan birkaç kürek toprak!” Fakir gülümseyerek cevap verdi:

“Senin baban bu süslü sandukanın ve bu ağır mermerlerin altından kalkıncaya kadar, benimki Cennete çoktan varmış olur.” 

Sadi-i Şirazi – Bostan ve Gülistan

Kaynak : İnsan ve Hayat Dergisi

SIRRIMI AÇMADIM.

Hoca merhûma:

Şehrimizde mahrem-i esrar (sırdaş) olabilecek, sır saklayacak kimi tanırsın dediler:

“Halkın sinesinin benim anbarım olmadığını bildiğim için şimdiye kadar kimseye sırrımı açmadım.” buyurdu.

Derviş ve Elmalar

Bir gün bir derviş,

Bir kucak dolusu elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rastlamış…

Bozkırın sıcağında yorgunluktan al almış kızın yanakları..

“Nereye gidersin?

Ne doldurdun kucağına?”

diye sormuş derviş.

Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız:

“Sevdiğim çalışıyor orada…

Ona elma götürüyorum.”

“Kaç tane” diye soruvermiş derviş.

Kız şaşkın:

“İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” deyivermiş..

Ve usulca koparıvermiş derviş elindeki tespihin ipini!

:) NASREDDİN HOCANIN MERKEBİ :)

Hoca merkebini pazara getirip dellala vermiş. Gelen müşteri yaşını anlamak için dişine bakmak isteyince merkep elini ısırmış. Adam söylenerek gitmiş. Diğer bir müşteri kuyruğunu tutunca merkep tepmiş. Dellal:.

“Efendi bu merkebi kimse almaz, önüne geleni kapıyor, ardına geleni tepiyor.” demiş. Hoca merhum;

“Zaten ben de onu satmak için getirmedim, Müslümanlar görsünler de benim neler çektiğimi anlasınlar diye getirdim”

Ne kadar Açıkmışsınız ki…

untitledZeytin çekirdekleri…

Peygamber Efendimiz(s.a.v.), Hz.Ebubekir(r.a.) ve bir kaç sahabe bir sofranın başına oturmuş hem sohbet edip hem zeytin yiyorlarmış…

Hz.Ebubekir(r.a.), yediği zeytinin çekirdeklerini hep Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in önüne koyuyormuş. Bu şekilde bir süre devam etmiş sohbet…

Birara Hz.Ebubekir(r.a.) :

-Ya Rasulallah, anam babam sana feda ne kadar çok acıkmışsınız böyle demiş…

Peygamber Efendimiz(s.a.v.) bakmış ki tüm zeytin çekirdekleri kendi önünde Hz.Ebubekir(r.a.)’in önünde hiç yok, demiş ki:

-Ya Ebubekir, sen anlaşılan o ki sen benden daha çok acıkmışsın ki tüm zeytinleri çekirdeği ile birlikte yemişsin…

Nasreddin Hoca latîfelerinden : “Bakalım ben ne çeşit yemiş veririm.”

Hoca merhum üzüm bağı dikmekte olan adamları görüp ne yaptıklarını sorar.

“Çubuk dikiyoruz, ileride salkım salkım üzüm verecek.” derler. Hoca biraz düşünüp, bağcılara der ki; “Beni de dikiniz. Bakalım ben ne çeşit yemiş veririm.”

Bağcılar hemen “Tamam” deyip hocayı beline kadar toprağa gömerler. Kendileri bir ağacın altına oturup yemek yemeye başlarlar. Mevsim ilkbahar olduğu için hoca üşür. Karnı da acıkır. Zor zahmet yerinden çıkıp bağcıların yanına gelir. Bağcılar: “Hoca Efendi niye yerinde durmadın? dediklerinde “Vallahi biraderler doğrusunu isterseniz yerimi sevmedim, tutmadım çıktım.”demiş.

(Letâif-i Hoca Nasreddin, Hüseyin, İkbal Kütüphanesi, 1910 )

Kaynak : http://insanvehayat.com/mizah-sanati-olarak-letaifnameler/

:) RAMAZANI ŞERİF FIKRASI : BU SICAKTA KOLAY İŞ DEĞİL

Son devir meddahlarından Borazan Tevfik bir yaz Ramazanı’nda Erenköyü’nden trene biner. Borazan Tevfik, sıcak bir havada orucu  başına vurmuş ve şişman olduğu içinde sıcaktan bunalmış bir halde kompartımanın birine yerleşir. Meğer karşısında, eskiden beri tanıdığı biri Saim(Bu ismin lügat manası “oruç tutan”dır.) diğeri Abid(Bu da lügatte “ibadet eden” manasınadır) Bu kardeşlerden biri Borazan Tevfik’e hitaben:

“Tevfik Bey” der, “Galiba oruç seni fena sarsıyor.” Borazan Tevfik, hiç düşünmeden şu cevabı verir:

“Ne yapayım? Siz iki kardeş vazifeyi(biriniz orucu, biriniz ibadeti) taksim etmişsiniz. Bana gelince hem saim(oruçlu), hem de abid(ibadet eden) olmak mecburiyetindeyim. Eh, bu sıcakta da kolay iş değil”

Osmanlı Fıkraları Sayfa 87 Çamlıca Basım Yayım

:) Ramazanı Şerif Fıkrası : Adetimiz Böyledir, Evvela Namaz Kılarız.

          Devlet dairelerinin birinde bir kalem müdürünün maiyetinde çalışan memurlar:

          “Bizim şefe bir akşam baskın yapalım, iftara gidelim” diye karar vermişler. İftar topuna beş dakika kala şefin evine varmışlar. Adamcağız şaşırmış, ama belli etmeyip buyurun demiş.. Doğru hanımına koşmuş:

          “Hanım, bir müsafir baskını var” demiş. Hanım:

          “Efendi üzülme. Top patlayınca: Adetimiz böyledir, evvela namaz kılarız de. Birinci rekatta Yasin Suresini oku. İkincisinde de Fetih suresini oku. Yalnız kapıyı aralık bırak, pilav yağını koyunca sesinden anlar, namazı bitirir, müsafirleri buyur edersin” demiş.

         Hakikaten, maharetli hanımın dediği gibi yapılmış ve davetsiz müsafirler yemeğe geldiklerinde kendilerini doyuracak kadar yemeği görünce hayret etmişler.

Kaynak : Osmanlı Fıkraları Sayfa 88, Çamlıca Yayınevi

:) Nasreddin Hoca Fıkrası : Dokuz Akçe

Bir gece rüyasında Nasreddin Hoca’ya dokuz akçe para vermişler. Hoca, hele on akçe olsun diye ısrar etmiş derken uyanıp bakmış ki elinde bir şey yok. Gözlerini tekrar kapatarak elini uzatan Hoca, “Getir dokuz akçe olsun.” demiş.

***

Bu fıkranın tasavvufî izahı su şekildedir: Bu fani dünya bir rüya âlemi gibidir.Kavga ve dövüşle daha çok kazanmak için çalısmanız boşunadır. Elinizde iken sadaka ve hayratta bulunun, uyandığınız vakit eliniz boş çıkmasın.