“Asıl olan söz dili değil, hal dilidir, konuşmaktan çok yaşamaktır. İnandığı gibi anlatmaktan ziyade inandığı gibi yaşamaktır…
KALBÎ HASTALIKLAR İBADETLERİ YAPMAYI ZORLAŞTIRIR.
İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri buyurdular: “Bir hastanın hastalığı devam ettiği müddetçe, en güzel, en nefis yiyeceklerin bile hastaya asla fayda vermeyeceği hekimler tarafından kat’î olarak ifade edilmiştir.
Aynen bunun gibi insan da, ‘fî kulûbihim merazun’ (“Kalblerinde bir maraz vardır.” meâlindeki) Bakara Sûresi’nin 10. âyet-i kerîmesinde bildirilen kalbî hastalıklara mübtelâ olduğu zaman, ona ibâdet ve tâat asla menfaat vermez.” (Mektûbât-ı Şerîfe, c. 1, m. 105.)
Binâenaleyh nefs-i emmâreden neş’et eden kalbî hastalıklardan, nefis ve şeytanın tasallutundan kurtulamayan insanın, hakkıyla namaza hazırlanması mümkün değildir. Esasen böyle bir kimseye bütün ibâdetler ve bilhâssa namazın edâsı ağır ve zor gelir.
İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri şöyle buyurdular: “Bilinmesi lâzımdır ki, zâhirî hastalıklar, nasıl şer’î hükümlerin edâsında zorluğa sebep oluyorsa bâtınî hastalıklar da aynı şekildedir.” (Mektûbât-ı Şerîfe, c. 1, m. 219)