“Asıl olan söz dili değil, hal dilidir, konuşmaktan çok yaşamaktır. İnandığı gibi anlatmaktan ziyade inandığı gibi yaşamaktır…
EN GÜZEL MEŞGULİYET
Hepimizin bildiği gibi bütün dünyayı, sayısız nimetleri ile emrimize veren Rabbimiz, bizlerden de kendi zatını tanıyıp kulluk etmemizi istemiştir. Bunu yapabilmek için de kulluk vecibelerimizi iyi bilmek gerekir. Nitekim ister dini, isterse dünyevi hususlar osun, bilinmeyen bir şeyin sağlıklı icrası mümkün değildir. Nasıl ki hepimiz; dünyalık elde ettiğimiz, para kazandığımız mesleğimizle ilgili mevzuları ne pahasına olursa olsun bütün yönleri ile öğrenmeye, eksik bir şey bırakmamaya çalışırız; bunu gibi, ebedi hayatımız için de adına ilmihal dediğimiz; inanç, ibadetler ve muamelat yani yaşayışa ait zaruri dini bilgileri öğrenmeli, bu hususta daima gayret içerisinde olmalıyız. Bunları öğrenmek farz olduğu için, sevabı da o nisbette büyüktür. İhmal etmek ise, kulluk vazifemizi hafife almaktır ki büyük bir vebaldir. Öyle ki Dini mevzularda bilgisizlik, bizi dünya ve ahret hüsrana götürür de farkında bile olmayız. Bilmemiş olmak mazeret değildir. Mesela; kanunen suç işleyen bir kişinin kanunu bilmemesi mazeret değilse, dini hususlar da böyledir. Ayeti kerimede şöyle buyrulur: “Ey Habibim de ki: «Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?» Ancak temiz akıl sahibi olanlar bunları hakkıyla düşünüp anlar.”(Zümer suresi 9)
İçerisinde yetiştiğimiz, belki anne ve babalarımızın bile yetiştikleri dönemler; Yüce Kitabımızın, Aziz dinimizin layığı ile öğrenildiği, öğretildiği devirler değildi. Bu gün belki pek çoğumuz yetersiz, kulaktan dolma bilgilerin ötesinde sağlam dini bilgilere sahip değiliz. Hatta okumuş kariyer sahibi olmuş pek çok insanımızın bile, dini hususlarda hurafelerden öteye geçemediklerine zaman zaman şahit olmaktayız. Öte yandan türlü bozuk inanç ve fikir sahipleri, her türlü medyayı kullanarak; başta Ehli sünnet ve’l cemaat inancı olmak üzere, mukaddesatımız ve manevi hayatımız üzerinde yıkıcı çalışmalarına devam ediyorlar. Öncelikle, Kuran ve sünnetin ışığında bizlere dini hayatımızı öğretip yön veren mezheplerimize daha sonra Sevgili peygamberimiz (sas) efendimizin sünnetlerine, sonra da hiç çekinmeden Yüce kitabımız Kur’an-ı Azimüşşana saldırıp onun ayetleri üzerinde şüphe oluşturmaya çalışanları esefle görmekteyiz Bunlar, Rabbimizin himayesinde olan Kur’an ve Sünnete zarar veremezler. Hatta iyi bir dini eğitime sahip her Müslüman bunlardan korunabilir.
Ancak, bizim insanımızın çoğu nesiller boyu köklü bir dini eğitimden mahrum bırakıldığı için bunlardan olumsuz etkilenmekte, bazıları da tamamen savrulup inancını bile kaybedip boşluğa, ebedi felakete sürüklenmektedir. Bu fitnenin bir tezahürü olarak son zamanlarda; deizm-yani sadece bir yaratıcının varlığına inanıp dini hiçe saymak- okul çağındaki çocuklarımız arasında maalesef yayılmaya başlamıştır. Unutmayalım! Mekke müşrikleri de bir yaratıcının varlığını kabul ediyorlardı; ancak Sevgili Peygamberimiz (sav.) den yüz çevirdiler, cehennemin derinliklerini boyladılar. Yani tehlikeyi çok uzaklarda zannetmeyelim… (Çocuklarımızı bu tehlikelerden korumak ve okullarını okurken, onları şuurlu bir Müslüman olarak yetiştirmek için; büyük fedakârlıklarla dini eğitimlerini de sağlamalıyız.Onları seviyorsak , ebedi saadetini düşünüyorsak, savunmasız bir vaziyette böyle bir ortama terk edemeyiz. Böyle bir dönemde Kur’ana ve sünnete sımsıkı sarılmak, başka zaman kazanılması mümkün olmayan büyük manevi dereceleri kazandırmaktadır. Bir hadisi şerifte, ”Ümmetimin bozulduğu bir devirde benim sünnetime, benim yoluma sarılan için yüz şehit sevabı vardır.” buyruluyor. (Terğîb ve Terhîb, 1: 41;) Hadis-i şerifte ise şöyle buyruluyor: “Dünya mel’undur. Onun içindekiler de mel’undur. (Yani, Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılmışlardır) Ancak Allah-ü Teâlâ’yı zikir ve Allah-ü Teâlâ’yı zikre yaklaştıran şeyler ile âlim ve müte’allim (İlim sahibi olanlar ve ilim öğrenenler) müstesnadır.” (Sünen-i İbni Mace) İşte, hem dünyaya hem ahirete yarayacak en güzel meşguliyet budur.
Beğendiyseniz paylaşabilirsiniz. "Hayra vesile olan yapan gibidir."H.Ş. (Tirmizî, İlm, 14.)