“Artık dünya ile irtibatı, kapanıyor ve ameliyle baş başa kalıyordu.”
Benim ise, her tahta kapayışta içimdeki dünya sevgisi biraz daha ölüyordu. Toprak atılmaya başlandığında anladım ki;
“Bu dünya gerçekten koskocaman bir yalandan ibaret. Mezarın üzeri toprakla tümsek yapılınca, o kadın yaşamış mıydı, yaşamamış mıydı belli değildi?”
Biraz sonra, hepimiz onu terkettik. O yapayalnız kaldı. İşte o zaman kendi hâlime sessizce ağlamaya başladım.
“Ben madem ki, toprağın altında tek başıma bırakılacağım? Madem ki, asıl lâzım olan yerde kimse benimle ilgilenmeyecek? O zaman dünyada iken ne diye onun bunun sözüne kanıp, sofu derler diye ibâdetlerimi yapamıyorum..?”
Eve döndüğümüzde anneme; “Fazla eşarp veya tülbent var mı?” diye sorunca, çok şaşırdı. Ona; “O yalnız yerde hesap vermekten çok korkuyorum anneciğim…” dedim. Çok memnun oldu. İbâdete başladım. Kocam da çok sevindi. Fakat kısa zamanda çevremdeki bazı kimseler bana; “Gençsin, güzelsin, niye böyle şucular, bucular gibi oldun? Hayatını yaşasana!..” demeye başladılar.
Ne söylediysem onlar ikna olduklarını söylemediler. En sonunda dedim ki:
“Burada bana akıl verebiliyorsunuz. Eğer mezarda da beni yalnız bırakmayacağınıza söz verirseniz, sizin sözünüzü dinlerim…”
***
Yarın Kılarım Diyenin Dün Kıldık Namazını..!